Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Usame Bin Ladin’in öldürülmesi üzerine “büyük memnuniyet” ifade etmesi cesur olduğu kadar önemlidir. Bunu söyleyen sonuçta Batı ve özellikle de ABD aleyhtarlığının kol gezdiği ve El Kaide gibi örgütlere sempati duyanların bulunduğu, yüzde 99’ı Müslüman olan bir ülkenin Cumhurbaşkanı.
Bu arada Başbakan Erdoğan konuya hiç girmemeyi tercih ederken, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Bin Ladin’e karşı operasyonu sorgulayan yaklaşımı, “mütedeyyin kesimde” bazılarının bu işten çok hoşlanmadığına işaret ediyor gibiydi.
“11 Eylül saldırısının El Kaide örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edildiğine göre, bunun üzerinden 10 yıl geçmesine bugüne kadar niçin müsamaha edilmiş veya göz yumulmuştur?”
Arınç’ın bu sözleriyle ortaya koyduğu tavrı AKP’ye yakın duran bazı köşe yazılarında da görmek mümkün. O kadar ki, Usame Bin ladin’in öldürüldüğü haberi, bu olayı kabullenmekte zorlanan bazı yazarları bütün hadisenin “bir Amerikan uydurması” olduğu düşüncesine sevk etmiş.
Cumhurbaşkanı Gül konuyla ilgili açıklamasında, “Dünyanın en tehlikeli ve sofistike terör örgütünün başının bu şekilde ele geçirilmiş olması herkese ibret olmalı” dedi. Sözünü ettiğimiz kişilerin tepkisine bakınca bunun da “ibret verici” olduğu kesin.
Fakat burada “mütedeyyin kesimi” blok olarak eleştirmek çok yanlış olur. Bu kesimden son derece sağduyulu yaklaşımların geldiğini de görüyoruz. Her şeyden önce Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sözlerine işaret etmek gerekiyor.
Bin Ladin’in öldürülmesini “önemli bir gelişme” olarak değerlendiren Davutoğlu, Kon TV’ye verdiği demeçte “Umarın El Kaide ile dünyaya yayılmak istenen olumsuz Müslüman imajı ortadan kalkar” diye konuşmuş. Davutoğlu, “Müslüman ile terör yan yana anılır hale getirilmek istendi. Biz El Kaide’nin de bu yanlış imajın da karşısında olduk” diye ekleyerek “Bu olaydan büyük dersler çıkarılmasını bekliyoruz” demiş.
Bu rasyonel yaklaşımı Zaman gazetesi yazarı ve dostumuz Abdülhamit Bilici de yansıtmış dünkü yazısında. Bilici şu doğru tespitte bulunmuş:
“Bugün, Bin Ladin’in ortaya koyduğu hedefler açısından geriye dönüp bakıldığında karşımıza tam bir kâbus tablosu çıkıyor. En başta, New York’tan Londra’ya; Cakarta’dan Madrid’e; İstanbul’dan Bağdat’a din adına masum insanları hedef alan eylemleriyle Bin Ladin ideolojisi, barış dini İslam’ın çehresine vurulmuş en büyük darbelerden biridir.”
Aynı gazetenin bir diğer önemli yazarı, Mümtaz’er Türköne de aynı noktadan hareketle özetle şunları belirtmiş:
“El Kaide terörünün İslâmiyet’le bir ilişkisi yok. İslâm inancı şiddeti yüceltmiyor ve teşvik etmiyor(...) Her ne sebeple olursa olsun, çoluk-çocuk dâhil masum insanların öldürülmesini bir Müslüman kendi vicdanında hangi inanç umdesi ile meşrulaştırabilir? (...)Terör İslâm inancının değil, İslâm ülkelerinde dikta yönetimlerinin uyguladığı baskılarının sonucu.”
Öte yandan İslami basının vurguladığı bir husus doğru. Washington’un başını sonradan çok ağrıtmış olsa da, Usame bin Ladin sonuçta bir “ABD ürünüdür.” Zamanında Pakistan gizli servisinin Afganistan masası şefi olan General Muhammed Yusuf’un, Mark Akdin adlı araştırmacıyla birlikte yazdığı “Afghanistan The Bear Trap: The Defeat of a Superpower” (Afganistan Ayı Tuzağı: Bir süper gücün yenilmesi) adlı kitap bunu açıkça gösteriyor.
1992’de yayımlanan kitapta Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgalinin Washington’a, Vietnam Savaşı sırasında komünist direnişçilere yardım eden Moskova’dan intikam almak için nasıl fırsat yarattığı anlatılıyor. Bin Ladin’in o sırada Suudi parası, ABD silahları ve Pakistan gizli servisinin öncülüğü ile Sovyet güçlerine karşı nasıl savaştırıldığı ortaya konuyor.
Onun için bazılarının Bin Ladin’i temize çıkarmaya çalışırcasına uzun yıldır bilinen bir gerçeği yeni öğreniliyormuş gibi ortaya atmaları bu aşamada çok anlamlı değil. Bin Ladin’in öldürüldüğünü “yalan” olarak görenlere en iyi yanıt ise, bunun intikamını alacağını açıklayan El Kaide’den gelmiş oldu.