Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün yaptığı “Ulusa Sesleniş” konuşmasının en önemli noktalarından biri, demokrasi konusunda kendisini olabilecek en yüksek, en ileri standartlara bağlamış olmasıdır.
Demokrasi, Başbakan’ın konuşmasında o kadar merkezi bir yer tutuyor ki, ülkenin bütün sorunlarının çözümü için ana yazılım olarak karşımıza çıkıyor. Erdoğan, “demokrasiyi bütün unsurlarıyla işler hale getirirsek, bütün sıkıntıların peş peşe çözüm yoluna gireceğini görebiliriz” diyor.
Seslenişinin en çarpıcı, en can alıcı yerinde, Başbakan’ın “Türkiye’yi demokrasisiyle dünyaya örnek bir ülke haline getirme” taahhüdü yer alıyor.
Başbakan, “demokrasi içinde her derdin çaresi vardır” dedikten sonra ekliyor: “yeter ki başta demokrasi olmak üzere her konuda samimiyeti elden bırakmayalım”.
Özetle, Türkiye’deki demokrasiyi “dünyaya örnek hale getirme” taahhüdünün altına giriyor ve bu konuda “samimi” davranacağını söylüyor Başbakan Erdoğan.
Bu sözler Başbakan’ın ağzından çıktığına göre önemsenmelidir. Kendisinin bu şekilde ulusa yaptığı seslenişi, 72 milyon vatandaşın her birine ayrı ayrı imzalanmış bir senet olarak alıyoruz.
* * *
Bu senede attığı imzanın arkasında duracaksa Başbakan, Türkiye’de yeni bir döneme girdiğimizi varsaymak durumundayız.
Bu durumda yüklü bir ev ödevi var Başbakan’ın önünde. Pek çok alanda mesafe kat edilmesi gerekiyor. Öncelikle Türk demokrasisinin yapısal sorunlarıyla başlayabiliriz. Türkiye’de demokrasinin Avrupa Birliği ölçülerine uyarlanması için sistemde yapılması gereken sayısız düzenleme var; vatandaşı devletin üstünde tutan bir anlayışla yazılacak olan yeni bir anayasa dahil olmak üzere... Bu çerçevede Kürt sorununun köklü bir çözümü için atılması gereken cesur adımlardan, Alevilerin uğradıkları haksızlıkların düzeltilmesine kadar uzanan çok uzun bir liste yapılabilir.
Dünyaya örnek bir demokrasi olacaksak, bir başka düzlemde, siyasilerimizin de çok özlü bir zihniyet ve davranış değişikliğine girmesi gerekiyor. Kuşkusuz, bu çerçevede Başbakan Erdoğan’ın da önemli bir dönüşümden geçmesi, siyasi söylemini yeni baştan tanımlaması, bazı şeyleri artık farklı yapması gerekiyor.
Erdoğan’ın öncelikle demokrasi kültürünü özümsemesi, hoşuna gitmeyen eleştirel görüşlerin ifade edilmesine tahammül etmesi, basın özgürlüğünü en geniş bir şekilde içselleştirmesi şart. Örneğin, partisine yakın kişilerle ilgili yolsuzluk haberlerinin yazılması nedeniyle başbakanların yayın organlarını boykot çağrısında bulunmaları, dünyanın örnek demokrasilerinde karşılaşılan bir durum değil. Keza, tek sesli bir basın ortamı da teşvik edilmiyor.
* * *
O demokrasilerde, başbakanların gazetecilerin neyi yazıp neyi yazmamaları gerektiği konusunda kanaat belirtme lüksleri de bulunmuyor. Oysa daha geçenlerde partisinin kongrelerinde birden çok aday çıkmasını haberleştiren gazetecilere içerleyip, “sana ne Ankara kongresinden” dememiş miydi sayın Başbakan? Örnek demokrasilerde bu tür haberler yazan gazetecileri azarlamak şık bir davranış olarak görülmüyor.
Avrupa Birliği’nin 2008 ilerleme raporunda “Türkiye’de basın özgürlüğüne saygı gösterilmesini tümüyle güvence altına alacak bir ortamın yaratılmasına ihtiyaç vardır” deniliyor.
AB’nin basın özgürlüğünü problemli gördüğü bir ülkenin demokrasisiyle dünyaya örnek olacak hali yok şüphesiz.
Ayrıca, insanların telefonlarının yasa dışı yollarla gizlice dinlendiği, internet sitelerine konularak özel hayatlarının deşifre edildiği ve devletin bu uygulamalara mütebessim bir ifadeyle kayıtsız kaldığı durumlara da rastlanmıyor örnek demokrasilerde. Bu gibi uygulamalarla daha çok polis devletlerinde karşılaşılıyor.
Özetle, değişmesi gereken çok şey var Türkiye’de. Biz yine de “beyan esastır” diyerek Erdoğan’ın bu sözlerini bir senet olarak almak istiyoruz.
Bu senedin karşılıksız çıkıp çıkmayacağını anlamak için bekleyelim, görelim. İnşallah karşılıksız çıkmaz.