Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye’de pek çok mesele gibi, Süleyman Şah operasyonu da iktidarla muhalefet arasında -ve genelde kamuoyunda- hararetli bir tartışma konusu oldu.
Bunu yadırgayanlar var. Onlara göre “Türk milleti dış meselelerde hep birlik ve beraberlik içinde olduğunu gösterirdi oysa şimdi böyle milli davalarda dahi bir araya gelemiyor”...
Eskiden Türkiye’de dış politika konularının alenen pek tartışılmadığı ve eleştirilmediği doğrudur. Ama bugün Türk toplumu Batı’daki demokratik ülkelerde olduğu gibi bu meselelerde de düşündüklerini özgürce ifade etmek istiyor.
Mesele bu tartışmaların kavga havası içinde değil, argümanlara dayalı, seviyeli bir şekilde yapılmasıdır.
Ne yazık ki bu son olayda böyle bir anlayışın eksikliği kendisini gösterdi.

Haberin Devamı

Savaş riski
Bu tür tartışmalarda esas hata, kullanılan sert ve agresif üslup kadar, meseleye ya siyah ya beyaz olarak bakmak, olanları ya zafer ya da hezimet saymaktır.
Operasyonun askeri yönü konusunda, bunun TSK tarafından çok başarılı şekilde yürütüldüğünden kimsenin şüphesi yok. Esas tartışmalar böyle bir operasyonun gerekli olup olmadığı, bunun Türkiye’nin “gücünü mü yoksa zaafını mı” gösterdiğidir.
Operasyonun gerekçesi Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun IŞİD’in kuşatması altında olduğu, terör örgütünün bunu elinde bir koz olarak tuttuğu ve pratikte oradaki 39 askeri personelinin de hayatının tehlikede bulunduğudur. Gerçi bu durum haftalardan beri mevcuttu. Ama böyle bir tahliye harekât başından beri planlanıyor, ona göre hazırlıklar yapılıyordu.
IŞİD türbeye ve karakola saldırmayı düşünüyor muydu? Bunu bilemiyoruz. Devletin elinde herhalde bu konuda bilgi olsa gerek. Buna rağmen orayı IŞİD’in insafına bırakmak büyük bir risk olurdu. Türbe ve askerlere karşı en ufak bir saldırı, Türkiye’nin IŞİD’e karşı topyekun bir savaşa girişmesine yol açacaktı.
Belli ki hükümet böyle bir savaşı göze alamadı. Meselenin özü de zaten budur: Türkiye böyle bir savaş istiyor mu?

Oldu bitti
Ankara’nın bu güvenlik sorununu çözmek için bulduğu formül, türbeyi ve karakolu gene Suriye topraklarında sınıra yakın bir yere nakletmek oldu. Böylece Türkiye Suriye’deki belirli bir toprak parçası üzerindeki “egemenlik” hakkını korumuş oluyor.
Ama böyle bir nakil hukuki mi? Hükümet öyle diyor, ancak bu da uluslararası hukuk uzmanları arasında bir tartışma konusudur. Suriye hükümeti (Rusya ve İran da) olayı bir saldırı ve egemenlik ihlali sayıyor.
Açıkçası, Suriye’nin bölünmüş, kaotik hali karşısında bu kriterlerden söz etmek boş. Türkiye Suriye’de bir parça toprağı bırakıp başka bir yerde hükümdarlığını ilan ediyor. Normalde bunun karşılıklı anlaşmayla yapılması gerekir. Ama Suriye yönetimi de bu bölgedeki kontrolünü kaybetmiş durumda. Böyle karmaşık durumlarda açıkçası işler “oldubitti”lerle hallediliyor.
Türkiye’nin de yaptığı bu. Ta ki Suriye’de iç savaş bitinceye ve yeni bir otorite kuruluncaya kadar...
Bu arada türbe konusunu bir gösteriş ve siyasi istismar vesilesi yapmamakta yarar vardır.