Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşması, Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle ilgili politikasındaki bazı önemli gelişmelere ışık tutmuştur.

Bu gelişmelerin bir boyutu, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak olan güvenli bölge, diğer bir boyutu da Ankara’nın “açık kapı” politikasıyla ilgili.

Suriye’de Fırat’ın doğusunda “barış koridoru” diye de adlandırılan güvenli bölgenin kurulması konusunda Türkiye’nin öteden beri gösterdiği kararlılığın başlıca nedeni olarak “güvenlik faktörü” gösterilmiştir. Amaç, burada bulunan ve PKK terör örgütünün uzantısı sayılan PYD/YPG unsurlarının temizlenmesi ve böylece Türkiye’nin güvenliği ve bekası için oluşan tehdidin ortadan kaldırılmasıdır.

Bu amaca yönelik çabalarını bir süreden beri ABD ile yürüten Ankara, şimdi bunun verdiği süre içinde gerçekleşmemesi (ay sonuna kadar) halinde tek başına harekete geçmeye kararlı.

Güvenli bölge kurulması ihtiyacının güvenlikle ilgili nedenine son günlerde bir de “mülteciler faktörü” ekleniyor. Daha açık bir deyişle, Ankara güvenli bölgenin kurulmasını, sadece kendi güvenliğinin korunması için değil, aynı zamanda Türk topraklarındaki ve hatta Avrupa ülkelerindeki Suriyeli sığınmacıların kendi vatanlarına dönmesi için gerekli görüyor.

Cumhurbaşkanı’nın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında 480 km uzunluğunda ve 30 km derinliğindeki bir güvenli bölgede 2 milyon mültecinin iskân edilebileceğini, Türkiye’nin bu konuda gereken hazırlıkları da yapmakta olduğunu açıkladı. Erdoğan bölgenin derinliğinin Rakka’ya kadar indirilebilirse, bu sayının 3 milyona kadar çıkartıla-bileceğini de vurguladı. Böylece güvenli bölge sınırları da güneye kaydırılabilecek ve büyük sayıda Suriyelinin yerleştirilmesi sonucunda buradaki Kürt ağırlıklı nüfus yapısı da değişecek, PYD/YPG’nin buralara hâkim olmasının önü kesilecektir.

Türkiye’nin mülteci politikasındaki önemli gelişmelerden biri de, artık yeni mülteci kabul etmemek ve Türkiye’de bulunan 3.6 milyon Suriyelinin en azından bir kısmının vatanlarına dönüşünü sağlamak çabasıyla ilgilidir. Ankara şimdiye kadar 40 milyar dolara mal olan bu yükü tek başına daha da çekmek istemiyor. Bu nedenle, Suriye sınırı kapatılmıştır. İdlib’den kaçanlar Türkiye’ye girememekte, sınıra yakın Suriye topraklarında gene Türkiye’nin yardımıyla geçici olarak kalmaktadırlar.

Kuşkusuz bu, Ankara’nın Suriye krizinin başında izlediği “açık kapı” politikasında önemli bir değişikliktir. Erdoğan ve diğer hükümet yetkilileri son zamanlarda sürekli olarak uluslararası camianın ve öncelikle Avrupa ülkelerinin de “ellerini taşın altına koymalarını”, yani mülteciler konusunda Türkiye’ye destek olmalarını istemiştir. Bu destek ve sorumluluk paylaşımı gerçekleşmezse, Ankara bu kez Batı istikametinde “açık kapı” siyaseti izleyeceği, çok sayıda Suriyelinin Türkiye’den Avrupa ülkelerine göç edeceği uyarısında bulunuyor.

Kısacası, Suriye’nin kuzeyinde kurulması istenen güvenli bölge meselesi, sadece güvenlik bağlantılı ‘’askeri-siyasi’’ boyutuyla değil, Suriyeli mültecilerin geleceği bakımından da yani “insani” boyutuyla da özel bir anlam ve önem taşıyor.