Milattan sonra altıncı yüzyılda İstanbul’u kasıp kavuran veba, Bizans halkına hiçbir savaşın vermediği kadar zarar vermiştir. Tarih kitapları on dördüncü yüzyılda Orta Asya’da başlayıp batıya doğru yayılan ve ‘kara ölüm’ diye anılan büyük veba salgınının Avrupa nüfusunun üçte birini öldürdüğünü yazıyor.
Büyük kayıplar
Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında birçok cephede ölüm kalım mücadelesi verirken, düşman askerlerinin yanı sıra bulaşıcı hastalıklarla da savaşmak zorunda kalmıştı. Tifüsten ölen asker sayısı kurşun yiyip hayatını kaybedenlerden az değildi. Mikroplar sadece cephede değil sivil halk arasında da büyük kayıplara yol açtı. Tarih boyunca bulaşıcı hastalıklar karşısında aciz kalan insanoğlu, antibiyotiklerin keşfiyle yepyeni bir çağa girdi.
PENİSİLİNİN KEŞFİ
Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’da görev yapan Dr. Alexander Fleming, yaralanan binlerce askerin enfeksiyon nedeniyle öldüğüne tanık olmuştu. Başlangıçta, hiçbir hayati tehdit oluşturmayan, basit bir yaranın mikrop kapmasının önüne geçilemez biçimde ilerleyen bir hummaya dönüştüğünü fark eden Dr. Fleming, bunun çoğu zaman ölüme yol açtığını gördüğü için savaştan sonra bu derde çare aramaya başladı.
Londra’daki laboratuvarında yara enfeksiyonlarının baş nedeni olan stafilokok mikrobunu küçük yassı cam kaplar içinde üretiyor ve inceliyordu. 1928 Eylül’ünde kısa bir tatil dönüşünde cam kaplardan birinin içinde küflenmiş olduğunu gördü. Küften uzak bölgelerde mikroplar rahatça üremiş kümeler oluşturmuşlardı. Ama, küfün çevresindekiler ölmüş ve erimişlerdi. Tecrübeli bilim insanı bu gözlemin önemini anladı ve çalışmalarını küfteki mikrop öldürücü madde üstünde yoğunlaştırdı.
Oxford’dan Amerika’ya
Fleming’in tarihi gözleminden sonraki 10 yıl, penisilinin kimyasal yapısı ve biyolojik etkinliğinin araştırmasıyla geçti. Bu aşamada kilit rol oynayan iki bilim adamı daha var. 1930’larda Oxford Üniversitesi’nde çalışmakta olan Avustralyalı Dr. Florey ve Hitler’den kaçıp sığınan Dr. Chain penisilinin ilaç olarak kullanılabileceğini kanıtladı. Ancak, onların çalışmalarıyla da iş bitmedi.
Penisilinin yaygın kullanımı için bol miktarda üretilebilmesi gerekiyordu. ABD’de 1940’ların başında yapılan hummalı çalışmalar sayesinde mucize ilaç bol miktarda üretilmeye başlandı. 1944 Haziran’ında gemiler Normandiya sahillerine askerlerin yanı sıra penisilin kolilerini de taşıdı. Bu sayede savaşın sonuna kadar binlerce müttefik askeri ölümden kurtuldu.
Antibiyotiklerin altın çağı
Penisilinin yaygın kullanımından önce 1930’larda piyasaya çıkan sulfanamid grubu ilaçlar bazı mikroplarla savaşmakta çok başarılıydı. Lakin, başlangıçta ciddi alerjilere yol açması, bazen zehir etkisi yapması, uzun süre yaygın olarak kullanılmasını önledi.
İkinci dünya savaşı ve sonrasındaki yılları ‘antibiyotik çağı’ diye adlandırmak yanlış olmaz. 1943’te toprakta yaşayan zararsız bir mikroptan üretilen ‘streptomisin’ yeni bir antibiyotik ailesinin doğmasına yol açtı. 1950’lerde hemen hemen tüm mikropları yok eden tetrasiklinin bulunması doktorları “Artık mikrobik hastalıkların sonu geldi” diye düşünmeye sevk etti.
Sentetik antibiyotiklerin keşfiyle, geniş spektrumlu denilen, birbirinden çok farklı mikropların hepsinin hakkından gelebilen ilaçların piyasaya çıkması bu görüşü güçlendirdi. Oysa, durumun o kadar güven verici olmadığını düşünenler de vardı. Çünkü insanoğlu yeni silahlar keşfederken, mikroplar da boş durmuyor, kendilerini savunmak için yeni yollar buluyorlardı.
Küçük cam tabağın içinde üreyen mikropları inceleyen Dr. Fleming, küfün çevresindeki mikropların öldüğünü görünce, küfteki “penisilin” maddesinin o zamana kadar tedavisi olmayan enfeksiyonlara çare olabileceğini düşünerek çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Yeni antibiyotik üretilmiyor
Art arda bulunan ve piyasaya sürülen antibiyotiklerin altın çağı ne yazık ki 1970’lerde kapanmaya başladı. Mikroplara karşı yeni silah üretimi son yıllarda neredeyse tamamıyla durdu.
Bu endişe verici durumun birçok nedeni olsa da en başta geleni antibiyotik üretmenin artık kârlı olmadığı. İlaç üreten şirketler araştırma bütçelerini bir iki hafta kullanılan antibiyotikler yerine, kalp ve tansiyon ilaçları gibi ömür boyu kullanılan ve bu nedenle kat kat çok satışı olan ilaçlara ayırıyor.
Son yıllarda çok tehlikeli düzeye ulaşan eldeki tüm ilaçlara dirençli mikropların ortaya çıkması sağlık çalışanlarının dışında politikacıları da harekete geçirdi. Birçok ülkede yöneticiler bir yandan bürokratik kuralları azaltmak, bir yandan da teşvik tedbirleri almak için çalışıyor.
ABD’de piyasaya çıkan yeni antibiyotik sayısı her geçen yıl azalıyor. 1983-87 arasında 16 yeni antibiyotik yetkililerce onanıp satışa sunulmuşken bu sayı son yıllarda sıfıra yaklaştı. (Kaynak: Kuzey Amerika Bulaşıcı Hastalıklar Derneği)
ANTİBİYOTİĞE DİRENÇ
Penisilin yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan birkaç yıl sonra, mucize ilaca karşı direnen mikroplar görülmeye başlandı. Ama 1950 ve 60’larda bu durum ciddi bir tehlike oluşturmuyordu. Çünkü dirençli mikrop sayısı azdı. Hem de yeni bulunan antibiyotikler eskilerine direnen mikropların hakkından geliyordu.
1970’ler- den sonra baş edilmesi zor enfeksiyonlara daha sık rastlanır oldu. Süper mikrop denilen bu bakteriler giderek hemen hiçbir ilaçtan etkilenmez oldular. Kısa adı ‘MRSA’ olan bir mikrop hastanede yatan hastaların başına bela oldu. Her yıl başka bir nedenle hastanede yatarken ‘MRSA’ bulaştığı için hayatını kaybeden binlerce insan var.
1980’lerde dirençli olan mikropların sayısı çok azken giderek arttı. Bu grafikte 1981’de stafilokok adlı mikropların yüzde 2’si dirençliyken bu oranın günümüzde yüzde 60’a ulaştığını gösteriyor. (Kaynak: A.B.D. Hastalık Kontrol Merkezi (CDC)
Antibiyotiklere direnç oluşmasında en önemli etken bilinçsiz ilaç kullanımıdır. Gerekmediği zaman kullanılan antibiyotik bir yandan savunmaya yardım eden mikropları öldürür, bir yandan da düşman mikroplarda direnç oluşmasını uyarır. Ne yazık ki ülkemizde hâlâ en güçlü antibiyotiklerin bile gereksiz yere kullanılması oldukça yaygın.
İLAÇLI ETLER
Gereksiz antibiyotik dirençli mikrop üretir. Kişi farkında olmadan taşıdığı mikrobu başkalarına bulaştırır. Hayvanlarda oluşan dirençli mikroplar yediğimiz etlerle ve hayvan artıklarıyla kirlenmiş tarlalarda yetişen sebze, meyve ve tahıllar yoluyla bize geçerek ciddi hastalıklara yol açar.
1950’lerde ABD’de artan et talebinin karşılanması giderek güçleşiyordu. İmdada antibiyotikler yetişti. Yemlerine ilaç karıştırılan hayvanlar hastalanmıyor ve daha kolay kilo alıyorlardı. Merada otlayacağına dar ahırlarda tutulan ve koruyucu olarak antibiyotik verilen büyüklü küçüklü birçok hayvandan elde edilen etlerin başımıza iş açacağına çok az kişi ihtimal veriyordu.
Antibiyotiğe dirençli bakterilerin yaygınlaşmasının nedenlerinden birinin hayvanlara verilen antibiyotikler olduğunu söyleyen bilim adamları bu uygulamaya son verilmesini istiyor.
SON SÖZ
Tarih boyunca insanoğlunun baş belası olmuş olan mikrobik hastalıklar antibiyotikler çıktıktan sonra tedavi edilebilir oldu. Milyonlarca insan, hayatını bu ilaçlara borçlu. Ama, insanlarla mikroplar arasında giderek hızlanan silahlanma yarışı, mikroplardan çok bizi tehdit ediyor.
En güçlü antibiyotiklerle bile öldürülemeyen süper mikropların çoğalması bizi bulaşıcı hastalıkların insanları kırıp geçirdiği orta çağ şartlarına geri döndürebilir. Önlem almak için hepimize görev düşüyor. Gerekmediği zaman antibiyotik kullanmamalı, kullanmamız gerektiğinde de doktorumuzun söylediği doz ve sürede almalıyız.