Damar sertliği sonucu oluşan kalp krizi ve diğer hastalıklar buz dağına benzer. Su altında, su üstünde görünenden çok daha büyük bir bölüm vardır. Hastalık ortaya çıkmadan çok önce tahribatını başlatır. Bu nedenle koruyucu önlemlere gençlikte hatta çocuklukta başlanmalıdır
Bir hastalık ortaya çıktığında ilk aklımıza gelen soru neden ve nasıl olduğudur. Soruna neyin veya nelerin yol açtığını bulabilirsek hastalığın tekrar etmesini önleyebileceğimizi düşünür, biraz olsun rahatlarız. Başımıza gelenin nasıl oluştuğu hakkında hiçbir fikrimizin olmaması çok huzursuz edici olduğu için bu durumdan kaçınmaya çalışırız. Bir örnekle açıklayayım.
Kalp krizi geçiren birçok kimse, aniden ortaya çıkan hastalığını bir veya birkaç gün önce maruz kaldığı strese, aşırı yorgunluğa, yediği ağır yemeğe veya benzeri bir etkene bağlar. Bu değerlendirmelerde gerçeklik payı vardır. Sözü edilen olumsuzluklardan biri, kalp krizinin tetiğini çekmiş olabilir. Lakin, tetik çekilince merminin ateşlenebilmesi için silahın dolu olması gerekir. Başka bir deyişle kalp damarının oluşan bir pıhtıyla tümüyle tıkanabilmesi için damar sertliği plağının olgunlaşmış olması gerekir Bu durum ancak yıllar değil on yıllar süren bir süreçten geçtikten sonra oluşur. Üstünde kafa yorulması gereken asıl nokta bu sürecin nasıl başlayıp geliştiği, katkıda bulunan faktörlerin neler olduğudur. Birçok araştırma hastalığin oluşma ve ilerleme sürecinin 20 - 30 yıl hatta daha uzun sürdüğünü; bu nedenle kalp damar hastalıklardan korunmak istiyorsak önlem almaya gençlikte hatta çocuklukta başlamamız gerektiğini gösteriyor.
Gençken kolesterol yüksekse…
ABD’de yapılan araştırmada, yaş ortalaması 55 olan sağlıklı 1500 kişi, genç ve orta yaştaki kolesterol düzeylerine göre 3 gruba ayırıldı. İlk grupta kolesterol düzeyi normal olanlar, 2’ncide 10 yıldan az, 3’üncü grupta ise 10 - 20 yıldır kolesterolü yüksek olanlar vardı. 15 yıllık takip sonunda, damar duvarının geçmişte yüksek kolesterole maruz kaldığı süre uzadıkça, kalp krizi gibi hastalıkların da ona paralel olarak arttığı anlaşıldı.
Kanda kolesterolün, özellikle LDL kolesterolün fazla olmasının kalp damar sağlığını olumsuz etkilediğini gösteren birçok kanıt var. Yeni yayımlanan ilginç bir araştırma kolesterol düzeyinin yüksek olduğu süre uzadıkça bu olumsuz etkinin arttığını gösterdi. Damar, içinde akan kandaki yüksek kolesterole ne kadar uzun süre maruz kalırsa, hastalanma tehlikesinin o ölçüde arttığı anlaşıldı.
Araştırmacılar, 20 yıldır devam etmekte olan Framingham adlı bir toplum sağlığı araştırmasında izlenmekte olan yaklaşık 1500 kişiyi planladıkları bir çalışmaya aldılar. Yıllardır bu insanlar belli aralıklarla sağlık muayenesinden geçiriliyor, kolesterol, şeker ve diğer kan değerleri için tahlilleri yapılıyordu. Yeni araştırmanın başladığı tarihe kadar hiçbirinde bilinen bir kalp damar hastalığı olmayan denekler 15 yıl boyunca izlendi. Bu süre içinde 155 kişide, başka bir deyişle her 10 kişiden 1’inde kalp damar darlığına bağlı bir hastalık ortaya çıktı; kimi kalp krizi geçirdi, kimine stent takmak veya baypas ameliyatı yapmak gerekti.
Araştırmacılar, 1500 kişinin genç ve orta yaş dönemlerindeki kolesterol değerlerinin kalp hastalığı oluşmasında belirleyici olduğunu saptadılar. Kolesterol düzeyleri normal olan her yüz kişiden sadece dördünde kalp damar hastalığı oluşurken 10 yıldan uzun bir süredir kolesterol düzeyi yüksek olanlarda bu rakamın 4 kat fazla olduğunu gördüler. Kolesterol anormalliği 10 yıldan daha kısa bir süre için varsa kalp hastası olma riskinin 2 kat arttığı saptandı. Kısacası, sonuçlar damar duvarının yüksek kolesterolle temas süresi uzadıkça hastalık riskinin de katlanarak arttığını ortaya koydu.
Tansiyon sinsi düşman
Yüksek tansiyon, yıllarca hiçbir belirti vermeden seyreder. Koca bir ağacı içinden kemiren kurtlar gibi, dışarıdan kolayca gözükmese de büyük tahribat yapar. Bu ay JACC adlı kardiyoloji dergisinde yayımlanan bir araştırmada, genç yaşta tansiyon yüksekliği olanlarda, hiçbir şikâyet olmasa da, yıllar içinda kalp kasının zayıfladığı ve fonksiyonun bozulduğu gösterildi
Araştırmacılar 1980’lerde başladıkları çalışmada, o zaman yirmilerinde olan 3500 genci inceleyip 25 yıl boyunca izlediler. Bu süre içinde vücutlarının maruz kaldığı kan basıncını hesapladılar. 25 yılın sonunda kalbin vücuda kan pompalayan bölümünün hasar görüp görmediğini, gördüyse hasarın derecesini hassas testlerle ölçtüler. Sonuçlar, tıbbi adı sol ventrikül olan Türkçe’de sol karncık dediğimiz kalp odasının yüksek tansiyondan olumsuz etkilendiğini ortaya koydu. Kalbin hem kasılmasının, hem de gevşeyip yeniden kanla dolmasının etkilendiği ve tansiyon ne kadar yüksekse olumsuzluğun o kadar şiddetli olduğu saptandı.
Bu araştırmada kullanılan hassas yöntemlerle saptanan kalp fonksiyon bozuklukları hiçbir şikâyete yol açmaz, dikkatle bakılmazsa farkına bile varılmaz. Tedbir alınmazsa yıllar sonra sorun kendini kalp yetersizliği olarak gösterir. Yetersizlik belirtilerinin ortaya çıkmasıyla yaşamın kalitesi bozulur, beklenen yaşam süresi kısalır.
Sigaralı yıllar arttıkça
1950’lerde 34 bin Britanyalı doktor üstünde yapılan araştırma, her yaşta sigara içen doktorlar arasında sağ kalanların içmeyenlere göre daha az olduğunu gösterdi. Uzun süre sigara içmeye devam edenlerin 10 yıl daha az yaşadığının anlaşılması sigarayla savaşa katılanların sayısını artırdı, bu konuda çalışanları güçlendirdi.
Sigaranın kalp damar hastalıklarına ve daha birçok öldürücü illete yol açtığını bilmeyen yok; tehlikenin her içilen sigarayla arttığını da. Doktorlar hastalarına sadece sigara içip içmediklerini sormazlar. Kaç yıldır ve günde kaç paket içtiklerini öğrenmek isterler. Çünkü 30 yıldır günde yarım paket içen kişinin riski aynı mikarda içse de, sigaraya 10 yıl önce başlamış olan aynı yaştaki bir kişiden çok daha yüksektir.
Birleşik Krallık’ta yapılan 50 yıllık geniş çaplı bir araştırma sigara içme süresi uzadıkça ölümlerin de arttığını gösterdi. Daha sonra yapılan çalışmalar gerek içilen sigara miktarının gerekse tiryakilik süresinin kalp krizi ve inme oluşumu kadar akciğer kanseri ve kronik akciğer hastalıklarının ortaya çıkmasında da önemli olduğunu ortaya koydu. Ne yazık ki çoğu kişi sigara içmeye onlu yaşlarında başlayıp bu kötü alışkanlığa uzun yıllar devam ediyor.
Gençlikte sağlıklı yaşam ömrü uzatıyor
ABD’de yapılan bir araştırma, 20’li yaşlardayken sağlıklı bir yaşam süren, kötü bir alışkanlığı olmayan gençlerin orta yaşa gelince de sağlıklı olduklarını gösterdi. Buna karşılık, gençken yediğine içtiğine dikkat etmeyen, sigara içen, haraketsiz yaşam süren fazla kilolu olan kişiler orta yaşa geldiğinde, kalp krizine yol açan risk faktörlerinin görülme sıklığı yüzde 60’ı geçiyor.
Değindiğim araştırmaların hepsinin verdiği ortak bir mesaj var; gençken sağlıklı bir yaşam tarzını benimsersen uzun yıllar hastalıklardan uzak yaşama ihtimalinin çok yüksek olur. Bu mesajı destekleyen çok güzel bir araştırma 2012 yılında Circulation dergisinde yayımlandı.
Araştırmacılar 1985 yılında 18 ile 30 yaş arasında, 3 bin kişiyi incelediler. Yaş ortalaması 25 olan deneklerin bilinen bir hastalıkları yoktu. Katılımcılara 5 temel yaşam özelliğini değerlendirerek not verdiler. Kişi kilolu değilse, sigara içmiyorsa, sağlıklı beslenip haraketli bir yaşam sürüyorsa ve alkollü içkileri ya hiç içmiyor ya da az içiyorsa 5, yani tam not verildi. Buna karşılık bu özelliklerden hiç biri yoksa o kişi sıfır aldı.
Not verme işleminden sonra denekler uzun süre izlendi. Kan basıncı, kolesterol ve kan şekeri değerleri, sigara içip içmedikleri kaydedildi. 20 yıl geçtikten sonra aynı kişilerin kalp krizi geçirme risklerini ölçüldü.
Gençliğinde tam not almış kişilerin büyük çoğunluğunun ileri yaşlarda tansiyon, yüksek kolesterol, diyabet, sigara alışkanlığı gibi kalp krizine ve inmeye davetiye çıkaran dertleri yoktu. Buna karşılık gençken sağlıklı yaşam sınavından sıfır alanların neredeyse hepsinde bu dertlerden bir veya birkaçı vardı. Ülkemizde, çevremize baktığımızda ne yazık ki hayat tarzı sınavından zayıf not alacak birçok genç görüyoruz.
SON SÖZ: Sadece kalp hastalıklarının değil insanlığın sağlığını tehdit eden kanser ve diyabet gibi diğer kronik hastalıkların da uzun yıllar süren sessiz ilerleme dönemleri var. Bu dertlere karşı verilen savaşta başarılı olmak istiyorsak, çocukları ve gençleri odağa alarak belirtilerin ortaya çıkmasını beklemeden, hastalığı başlamadan önleyecek yeni bir strateji geliştirmeliyiz.