Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artan şişmanlık, diyabete, o da başta kalp damar hastalıkları olmak üzere bin bir derde yol açıyor. Yeni bir araştırma bu sürecin önemli bir aktörü olan şekerli içeceklerin her yıl yaklaşık 200 bin ölüme neden olduğunu gösterdi
Şekerli içecekler dünyada her yıl 200 bine yakın ölüme yol açıyor. Bu şaşırtıcı istatistiğe kapsamlı bir araştırmanın sonunda ulaşıldı. Dünyanın dört bir yanından yüzlerce araştırmacının şimdiye kadar yaptığı birçok bilimsel çalışma ve beslenme anketi bir araya getirilerek değerlendiridi. Amaç şekerli içecek tüketiminin şişmanlık, diyabet, kalp damar hastalığı, kanser ve bu hastalıkların yol açtığı ölümlerdeki rolünün ne olduğunu saptamaktı.
Araştırmacılar 2 büyük veri grubundan yararlandılar. Uzmanlar, şekerli içecek tüketiminin ne kadar olduğunu saptamak için bu konuda yapılmış taramalara baktılar.
Ellerinde son 30 yıl içinde, 51 ülkede yapılmış 600 bin kişiyi içeren beslenme taramaları vardı. Hastalık ve ölümlerle ilgili veriler için ise 2010 yılında güncellenmiş olan Küresel Hastalık, Yaralanma ve Risk Faktör Yükü adlı uluslararası katılımlı büyük veri tabanını kullandılar.
Bu kapsamlı araştırmada elde edilen veriler şekerli içeceklerin yol açtığı 185bin ölümün yaklaşık dörtte üçünün diyabet, dörtte birinin kalp damar hastalıkları, küçük bir bölümünün de kanser sonucu oluştuğunu gösteriyor.
Her ülke farklı
Uzmanlar şekerli içeceklere bağlı ölümlerin ülkeden ülkeye bölgeden bölgeye büyük farklılıklar gösterdiğini ifade ediyor. Ölümlerin yaklaşık 4’te 3’ü orta gelir gurubunda bulunan ülkelerdeyken sadece her 20 ölümden biri fakir ülkelerde görülüyor.
Elde edilen veriler yaş gruplarına göre incelenince genç yetişkinlerde durumun, genel nüfus ortalamalarından daha da vahim olduğu anlaşılıyor. Araştırmacılar bir çok ülkede genç yetişkinlerde görülen her 10 diyabet ve şişmanlığa bağlı ölumden birinden şekerli içecekleri sorumlu tutuyor.
Hücrelerimizin kullandığı ana yakıt glikozdur. Vücudumuzda bu şekerin edinilmesi, kullanılması ve depolanması gayet karmaşık bir sistemin aksamadan çalışmasını gerektirir. Bu sistemin tümüne glikoz metabolizması denir. İnsülin bu sürecin baş aktörüdür. Sadece karbonhidrat değil yağ ve protein metabolizmalarında da söz sahibidir.
Karbonhidrat içeren bir besin, örneğin bir tabak pilav yediğimizde, pirinçler ağzımızdan başlayarak sindirim sistemimizde parçalanır.Karbonhidratların çoğu bağırsaktan glikoz molekülleri olarak emilir, geri kalanlar karaciğerde glikoza veya yağa çevrilir. Glikoz karaciğerden hücrelere götürülmek üzere kana verilir. Beslenmemizi yakından izleyen pankreas adlı organımız, kanda glikoz miktarının arttığını görünce hemen harekete geçer, insülin salgılar. Glikoz insülin sayesinde hücrelere girip yakıt olarak kullanılır. Hücreler enerji üretiminde kullanacakları glikozu hemen alırlar.
Fazlası, “ya aç kalırsam” diye düşünen vücut tarafından, önce kolay ulaşılabilecek bir biçimde depolanır. Eğer enerji fazlası çoksa, yani tükettiğimizden fazla kalori almışsak, arta kalan glikoz yağ hücrelerinde depolanır. Yıllar geçtikçe göbek çevremizde, kalçalarımızda ve giderek vücudumuzun her yanında biriken yağ dokusu böyle oluşur.
Glisemik endeks
Birçok meyve, sebze ve baklagillerin içinde de karbonhidrat hatta şeker vardır. Ama bunlar rafine yani işlenmiş dediğimiz türden şekerden farklıdırlar. Gerek içlerindeki şeker miktarının çok daha az olması, gerekse içerdikleri lifli maddeler, vitamin ve antioksidanlar sağlığa yararlı besinler olmalarını sağlar. Karmaşık karbonhidrat denilen bu besinlerin mide ve bağırsaklarda parçalanıp emilmeye hazırlanmaları zaman alır. Kana geçtikten sonra da kan şekerinin ve ona cevap olarak insülinin yükselmesi hem daha yavaş hem de daha hafiftir. Bunlara glisemik endeksi düşük besinler denir.
Buna karşılık, börek, pasta, beyaz ekmek, pirinç pilavı, çayımıza koyduğumuz toz şeker veya birçok içeceğe katılan şeker bağırsaklardan çok çabuk emilip kolayca kana geçer. Glikoz hızla yükselir ve pankreastan daha fazla insülin salgılatır. Sadece şekerli maddeler değil beyaz unlu gıdalar da benzer etkiye sahiptir. Glisemik edeksi yüksek olan bu besinleri sık ve bol tüketecek olursak hücreler sık sık yükselen insülin düzeyine alışırlar ve daha fazlasını isterler. İnsüline gösterdikleri hassasiyet giderek azalır. Böylece insülin direnci denilen durum oluşur ki ortaya çıktığında bir sürü derdin kapısı açılmış demektir.
Her karbonhidrat aynı değil
Önceleri, şekerli içeceklerle şişmanlık ve diyabet arasındaki ilişki bu içeceklerin kaloriden zengin olmasına bağlanıyordu. Bilimsel çalışmalar bu değerlendirmenin doğru ama eksik olabileceğini düşündürüyor. Bazı şekerlerin, fazla tüketilmesinin kalori hesaplanamayacak zararları olduğunu gösteren veriler var.
Bakkaldan aldığımız şekerin kimyasal adı sukrozdur. Sukroz yarı yarıya glikoz ve fruktozdan oluşur. Eskiden beri fabrika üretimi yiyecek ve içeceklere sukroz, bildiğimiz şeker katılırdı. Zamanla sukroz yerini fruktozdan zengin mısır şurubuna bıraktı. Bu değişimin bir çok nedeni var. Mısır şekere göre dünyada daha yaygın olarak üretiliyor, fiyatı çok sık değişmiyor. Bazı uzmanlar fruktoz denilen şekerin çayımıza koyduğumuz şekerden (sukroz) daha tehlikeli olduğunu söylüyorlar. Henüz herkesi ikna edecek düzeyde kanıtlarla destekleniyor olmasa da, bir çok şekerlendirilmiş içeceğin üretiminde kullanılan fruktozdan zengin mısır şurubunun çağımızın salgın hastalığı olan diyabetin yaygınlaşmasında önemli rol oynadığını düşündüren bilimsel veriler var.
Besin üretiminin endüstrileşmesiyle şeker katılmış yiyeceklerde büyük bir artış oldu. Şeker tüketimi katlanarak büyüdü. A.B.D.’de, kuruluş tarihi olan 1776dan 1994e kadar geçen sürede kişi başına şeker tüketimi 50 kat arttı. Ülkemizdeki artış belki o kadar değil ama paketlenmiş yiyeceklerin ve şekerli içeceklerin yaygınlaşmasıyla daha fazla fruktozdan zengin mısır şurubu yiyip içtiğimiz bir gerçek.
Çözüm yasaklarda mı?
Son yıllarda A.B.D.’nin en kalabalık 2 eyaletinde, Kaliforniya ve New York’da şekerli içeceklerden alınan vergilerin arttırılmsı ve reklamlarına bu ürünlerin sağlığa zararlı olabileceği uyarısını koyulması için yoğun bir kampanya var.
Geçen ay bu yönde hazırlanmış olan kanun tasarılarının yasalaşması California’da az farkla engellenmiş olsa da eninde sonunda bu önlemler hayata geçirilecek gibi görünüyor. Daha önceki bir çok örnekde görüldüğü gibi birkaç eyalette uygulamaya sokulan yeni düzenlemeler yıllar içinde diğer eyaletlerde de kabul görüp benimsenir.
Avrupa’da da benzer girişimler var. Fransa’da şekerli içeceklerden ek vergi alınması yoğun muhalefete rağmen yasalaştı. Birleşik Krallık’da parlemento yakında benzer bir yasayı görüşecek. Belçika ve Danimarka’da benzer yasa tasarıları reddedilmiş olsa da bu içeceklere ulaşmayı zorlaştıracak çabalar süruyor.
SON SÖZ: Vergiler, uyarı yazıları ve yasaklar artan şeker tüketimini bir ölçüde azaltabilir ama gerçek çözüm bilinçli tüketici olmaktan geçiyor. Meyve sularından kolalı içeceklere, çeşitli gazozlardan şerbetlere kadar yüzlerce çeşit içeceği yudumlarken çoğunun şeker dışında hiç bir besleyici madde içermediğini bilmeliyiz. Yeni sıkılmış meyve sularında bol vitamin olsa da meyvenın tümündeki birçok yararlı maddenin bulunmadığını unutmamalıyız.