Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tarih boyunca gerçeği arayan bilim insanları gözlemlerinin onlara öğrettiğini kanıtlamaya uğraşmışlardır. Başaranların bir çoğu çevrelerini ikna edip amaçladıkları dönüşümü sağlayamamıştır. Yerleşik anlayışların değişmesi, ön yargıların aşılabilmesi için yılların geçmesi gerekmiştir...

Günümüzde kabul gören birçok gerçeğin arkasında ilginç hikâyeler vardır. Tarih boyunca gerçeği arayan bilim insanları gözlemlerini kanıtlarla desteklemeye uğraşmışlardır. Kanıtlamayı başaranlar her zaman çevrelerini ikna edip amaçladıkları dönüşümü sağlayamamıştır. Bu renkli tarihten bir kaç yaprak sunacağım bu hafta.

Haberin Devamı

Doktorun başarısı
Üstünde güneş batmayan imparatorluk olmaya başladığı yıllarda, Britanya gücünü dünyaya donanmasıyla gösteriyordu. Gerek askeri gerekse ticari filosu Atlantik ve Pasifik’te yelken açıyor, denizciler aylarca kara görmeden yol alıyorlardı. Bu uzun yolculuklarda birçok denizci hasta olup hayatını kaybederdi. Öyle ki İngiliz bahriyesinde hastalıkların İspanyol ve Fransız silahlarından çok can aldığı söylenirdi.

En büyük düşman
1740’larda İspanya’nın güney Amerika’daki sömürgelerine göz diken Britanya, Amiral Anson komutasında bir filoyu yola çıkardı. Birçok engelle karşılaşan Lord Anson, misyonunu tamamlayamadan, güç bela bir tek gemiyle geri dönebildi.
Bu felaketlerle dolu yolculukta denizcilerin en büyük düşmanı iskorbüt hastalığıydı. Sadece bir gemideki 510 denizciden 380’i bu hastalık sonucunu hayatını kaybetmişti.
James Lind adlı bir gemi doktoru Anson’un adamlarının başına gelenlerden çok etkilendi. O güne kadar bu konuda yazılmış olanları okuyup araştırınca önerilen tedavilerin işe yarayıp yaramadığının hiç sınanmadığını gördü. Bu soruna çözüm getirmek için uzun bir Yolculuk sırasında var olan tedavilerle bir araştırma yaptı.

İyileştirici meyve
Bu araştırmanın önemi limon ve portakalın iskorbüte iyi geldiğini göstermesi değildir. Doktor Lind’in narenciye meyvelarının iyileştirici olacağı hipotezini karşılaştırmalı bir araştırmada sınayarak kanıtlamasıdır. İngiliz İmparatorluğu’nun geleneksel tıp çevreleri ve donanmanın komutanları Dr. Lind’in yaptığı deneyi ciddiye almadı. İskorbüt can almaya devam etti. Uzun yola çıkan her gemiye limon suyu yüklenmesi için 50 yıl geçmesi gerekti.

Haberin Devamı

Doktorun tarih boyu ön yargıyla savaşı

Dr. Lind, diş etlerinde şişme, kanama ve diş dökülmesiyle başlayıp halsizlik ve bitkinlikle devam eden iskorbüt hastalığından yatağa düşen 12 denizciyi ikişer kişilik altı gruba ayırdı. Aynı karavanadan yemek yiyen hastalara ek olarak her gün Altı farklı tedavi edici olduğu düşünülen maddeden birini verdi:
1 litre elma şarabı, 25 damla sülfrik asitli su, 6 kaşık sirke, bir bardak deniz suyu, 2 portakal 1 limon ve acılı bir ezme. Bir hafta içinde portakal ve elma yiyen bir denizci iyileşip göreve döndü diğeri de epeyce iyileşti. Diğer hasta denizcilerde ciddi bir iyiye gidiş olmadı.

Doktorun tarih boyu ön yargıyla savaşı

Ortaçağ Avrupası’nda tıp fakültelerinde okutulan ana kitaplardan biri olan “El-Kanun-Fi’t Tıbb”ı İbni Sina 11. Yüzyılda yazmış. Tedavilerin etkinliğinin ve güvenliğinin kanıtlanması gerektiğini anlattığı kitapta bunu yaparken uyulması gereken kuralları da anlatıyor.

Haberin Devamı

İbni Sina

Batı kaynakları James Lind’in 1747’de yaptığı deneyi ilk karşılaştırmalı araştırma olarak gösterse de gerçek öyle değil. İbni Sina’nın bin yıl önce yazdığı ünlü tıpta kanun (El-Kanun-Fi’t Tıbb) başlıklı kitapta “İlaçların özelliklerinin, güçlerinin deney yoluyla anlaşılması” adlı bir bölüm var.
Beş ciltlik ansiklopedik kitabın ilaç bilimiyle ilgili 2’nci cildindeki bu bölümde, ünlü bilgin bugün de geçerli olan araştırma yaparken uyulması gereken bir dizi ilke sıralıyor. Bunların arasında ilaçların bir birine zıt iki hastalıkta denemesini, yani karşılaştırma yapılmasını öğütlüyor. O zamana kadar genel kabul gören tıbbi kavramların kaynağı olan Eski Yunan ve Roma tıbbında tek tük deneylere rastlansa da karşılaştırma kavramı yok.

Menenjitli çocuklar
İki haftadır sözünü ettiğim karşılaştırmalı araştırma kavramı İbni Sina’dan önce biliniyordu. Ondan yüz yıl önce yaşamış olan El Reza’nın makalelerinden, bu kavramın bilindiğini ve uygulandığını öğreniyoruz. Ünlü Acem hekimi çocuklardaki ateşli hastalıklardan söz ettiği bir makalesinde, menenjitli çocuklarda yaptığı bir araştırmayı anlatıyor. El Reza karşılaştırmalı klinik araştırmasında menenjit olan çocukları ikiye ayırır. Bir grup çocuktan tedavi amacıyla kan alır, diğerlerinden almaz. Böylece bin yıl önce ortaya konan, çalışma ve kontrol gruplarını içeren karşılaştırmalı araştırma yöntemi ne yazık ki yüzlerce yıl benimsenmedi, kullanılmadı.

Doktorun tarih boyu ön yargıyla savaşı

Macar doktor inandıramıyor

Dr. Ignaz Semmelweiss 1847’de Viyana’daki büyük bir hastanenin doğum servisinde baş asistan olarak işe başlar. Hastanede yoksul ve kimsesiz kadınlara hizmet veren iki doğum kliniği vardır. Birinci klinikte genç doktorlar, 2’nci klinikte ebeler çalışmaktadır. Doktorlar doğumhanenin dışında otopsi yapmakla da görevlidirler. 1’inci klinikte doğum yapan kadınlarda lohusalık humması çok sık görülmekte, 2’nci kliniğe göre ölümler 3-5 kat daha fazla olmaktadır. Bu durum Viyana’daki halk arasında da bilindiği için hastaneye gelen kadınlar 1’inci kliniğe yatmamak için her çareye baş vururlar.

Doktora hakaret!
Sorunun nereden kaynaklandığını bulmak için iki kliniği ve çalışanları karşılaştıran Semmelweiss hiçbir fark bulamaz. Bir fark dışında: 1’inci klinikte doğum yaptıran genç doktorlar bazen otopsiden çıkıp doğumhaneye gelirken, 2’nci klinikte çalışan ebeler hep doğumhanede çalışmaktadır. Doktorlar ellerini yıkamadıkları için kadınlara hastalık bulaştırdıklarını düşünen Semmelweiss genç doktorların otopsiden sonra çamaşır suyuyla ellerini yıkamasını emreder.
Bir hafta içinde lohusalık hummasına bağlı ölümlerde büyük bir azalma görülür. Doğum uzmanı doktorlar ellerini yıkamaya başlayacaklarına Semmelweiss’e büyük bir tepki gösterirler, bir doktorun hastalık taşımasının mümkün olmadığını, bunun hakaret kabul ettiklerini söylerler. Viyana’nın doğum evlerinde ölüm oranlarının düşmesi için yılların geçmesi gerekir.

Doktorun tarih boyu ön yargıyla savaşı

Zorlu ve düş kırıklıklarıyla dolu bir süreçten sonra tıp çevrelerindeki direnci kıran Marshall ve Warren, mide ülserinin en sık nedeninin “Helicobacter Pylori” adlı bakteri olduğunu kanıtladı. Tanı ve tedaviyi kökten değiştiren buluşları için 2005 yılında Fizyoloji veya Tıp Nobel ödülüne layık görüldüler.

Ülserin nedeni mikrop

Mide ve 12 parmakta görülen ülser, hekimleri eski çağlardan beri uğraştıran bir hastalık. Hipokrat’tan İbni Sina’ya birçok hekim bu konuya eğilmiş. 19. Yüzyıldan itibaren ülserin mikroplarca oluşturulan bir hastalık olduğu öne sürüldüyse de, bu görüşe pek itibar edilmemiş.

Antibiyotik’e ceza!
20. Yüzyılın ikinci yarısında, ülserin stresin arttırdığı mide asidi sonucu oluştuğu düşünüldüğü için elde kanıt olmasa da mikrop teorisine iyi gözle bakılmadığını görüyoruz. 1968’de Yunanistan’da Lykoudis adlı bir pratisyen hekim, ülser hastalarına antibiyotik vermekte ısrar ettiği için 4000 drahmi para cezasına çarptırılıyor.
1984’de Avusturalya’nın Perth şehrinde iç hastalıkları asistanı olan Barry Marshall, patolog Dr. Warren’in verdiği bir araştırma projesi üstünde çalışırken H. Pylori adlı mikrobun ülser yaptığını ve antibiyotikle iyileştirildiğini saptar. Çok önemli sonuçları olabilecek böyle bir buluşa bilim çevrelerinin verdiği cevap yavaş ve coşkusuzdur.

Kendisinde deniyor
Tıp çevrelerindeki dirençle baş edemeyen Dr. Barry Marshall, dikkatleri yeni buluşa çekmek ve ikna edici olabilmek için bir çılgınlığa girişir. Önce midesine endoskopiyle baktırıp sağlam olduğunu kayda geçirir. Sonra içinde laboratuarda çoğalttığı H. Pylori mikroplarının kaynaştığı çözeltiyi içer.
Üç gün sonra bulantı, kusma ve mide ağrısıyla yatağa düşer. Bir hafta sonra yapılan endoskopi şiddetli bir gastrit olduğunu ortaya koyar. Antibiyotik tedavisi yapılıp iyileşme sağlandıktan sonra yapılan endoskopinin midenin iyileştiğini gösterir. Zorlu ve düş kırıklıklarıyla dolu bir süreçten sonra tıp çevrelerindeki direnci kıran Marshall ve Warren ülser tedavisini kökten değiştiren buluşları için 2005 yılında Fizyoloji veya tıp dalındaki Nobel ile ödüllendirilir.

Son söz: “Güneş balçıkla sıvanmaz” sözü doğru ama, balçıktan kurtulması uzun zaman alabiliyor.