Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kitapçıların sağlıkla ilgili bölümlerinde rafların büyük bir kısmını diyet kitapları doldurur. Nasıl zayıflayacağımızı, ya da ne yiyip de 100 yaşı devirebileceğimizi anlatan bu eserlerden bir kısmı 10 bin yıl önceki atalarımız gibi yiyip, içmemizi öğütlüyor. Bu tavsiyenin dayandırıldığı varsayım, taş devrindeki insanların kalp krizi ve inme gibi dertlerden uzak sağlıklı bir yaşam sürmüş olması. İnsanoğlu, henüz tarım yapmayı bilmediği dönemlerde, ancak doğada yakalayabildiği hayvanı ve toplayabildiği meyve ve bitkiyi yediği ve bunun için de gün boyu yürüdüğü ya da koştuğu için sağlıklı yaşadı deniyor.

Haberin Devamı

1- Tarımla beslenme rejimleri değişti

Bu söylemde haklılık payı var. İnsanoğlu bundan 10 bin yıl önce tarım yapmaya ve hayvanları evcilleştirmeye başladı. Bu değişiklik yeni bir beslenme rejimini de beraberinde getirdi. Yerleşik düzen kuran insanlar daha çok tahıl, daha az işlenmemiş bitki; daha çok besi hayvanı, daha az av hayvanı yemeye başladı.
Paleolitik çağdan kalan insan kemikleri ve dişleri üzerinde yapılan araştırmalar, tarım yapmaya ve daha çok tahılla beslenmeye başlayan topluluklarda insan ömrünün kısaldığını, çocuk ölümlerinin arttığını, çeşitli mineral ve vitamin eksikliklerine bağlı hastalıklara daha sık rastlandığını düşündürüyor.

Sağlıklı besleniyorlar
Konunun uzmanları taş devrindeki bir insanın yemeğinde 21. yüzyılda çoğumuzun tükettiği besinlere göre 2-3 kat daha fazla kepek, 4 kat daha fazla omega 3, yüzde 70 daha az doymuş yağ olduğunu söylüyor. Çağdaş mutfağın binlerce yıl öncekine göre 4-5 kat daha fazla sodyum içerdiğini ama potasyum miktarının eskisinin üçte biri kadar bile olmadığını ekliyor. Bu teoriye göre eskiler bizden çok sağlıklı besleniyorlarmış.

Firavunların hastalığı
Beslenmenin kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet, yüksek tansiyon ve diğer birçok kronik hastalığın altında yatan en önemli nedenlerden biri olduğu doğru. Lakin eskiye hasretle bakmadan önce, üstünde durmamız gereken başka gerçekler de var. Bunların başında, o dönemde insanların çoğunun 40 yaşına bile gelmeden öldüğü gerçeği geliyor. Damar sertliğine bağlı kalp krizi ve inme gibi dertelerin ve diğer bir çok kronik hastalığın ortaya çıkmasında en önemli faktörün ileri yaş olduğunu unutmamak gerek.

Başka bir unutulmaması gereken nokta da, damar sertliğinin binlerce yıl önce de var olduğu gerçeği. Mumyalar üstünde yapılan çalışmalar bu konuya ışık tutuyor. Ondokuzuncu yüzyıl ortalarında bir mumyada otopsi yapan Viyanalı bir doktor, ilk defa, binlerce yıl önce yaşayan insanlarda ileri düzeyde damar sertliği olduğunu gösterdi. Daha sonra yapılan bilimsel çalışmalarda da benzer sonuçlara ulaşıldı. Mısırlı ve Amerikalı bilim insanlarının ortak katkılarıyla 2010 yılında yapılan sistemli bir araştırma, damar sertliğinin tarihinin çok eski olduğunu teyit etti.

Haberin Devamı

2- Genlere göre yaşamıyoruz

Genetik yapımızın birçok hastalığa yakalanma eğilimimizi artırdığını veya azalttığını biliyoruz. Örneğin babası genç yaşta kalp krizi geçirmiş olan bir kişinin kalp hastası olma riskinin yüksek olduğundan endise ederiz. En saygın iki bilim dergisi olan ‘Nature’ ve ‘Science’ da geçen ay yayınlanan iki ayrı araştırma bu eğilimlerin on binlerce yıl önce genetik şifremize kaydedilmiş olabileceğini düşündürüyor.

Gereğinden fazla yemek
Homosapiens denilen modern insanın, 60 bin yıl önce Afrika’dan çıkıp dünyaya yayılırken, Avrupa’da yaşayan kendisinden evrimsel olarak daha geride olan akrabası Homo neandertal ile karşılaştığı anlaşılıyor. 50 bin yıl öncesinden kalma Neandertal kemiklerinden alınan DNA ile 21. Yüzyılda yaşayan Avrupa ve Asya kökenli kişilerden alınan DNA’ları karşılaştıran bilim insanları ortak genler buldular. Bunlardan bazılarının günümüz insanında diyabet, lupus ve kolit gibi hastalıklara eğilimi artıran genler olduğunu hayretle gördüler.
Sözü edilen genlerin bugün olumsuz etkileri olsa da 50 bin yıl önce yararlı olmadıklarını düşünmek doğru değil. Belki o zamanki insanın yararına çalışan genler bugün aleyhimize çalışıyor. Örneğin, karın doyurmanın kolay olmadığı, beslenmenin her gün mücadele etmeyi gerektirdiği, açlığın her zaman tehdit olduğu bir çağda, şeker metabolizmasının çok verimli çalışmasını sağlayan bir gen, gereğinden fazla yemek yenilen çağımızda diyabeti kolaylaştırıyor olabilir.

Beslenmemiz değişti
Son 10 bin yıldır insanoğlunun genetik yapısında hemen hemen hiçbir değişiklik olmadı. Buna karşılık yaşam koşullarımızda ve beslenmemizde köklü değişiklikler oldu. Taş devri diyetini savunanlar bu açıdan haklı olabilirler. Bambaşka koşullarda yaşamak için evrime uğramış genomumuzun günümüz koşullarıyla baş edemiyor olmasının diyabet, şişmanlık ve kalp damar hastalıkları salgınında önemli rolü var.

Haberin Devamı

Damar sertliği taş devrinde de varmış

3- Genç yaşta ölüm

İncelenen mumyalardan genç yaşta ölenlere ait olanların yüzde 15’inde, 40 yıldan fazla yaşayanların ise yarısından fazlasında damar sertliği saptandı. Belki gençler 10 yıl daha yaşamış olsalar onların da bir kısmında damar sertliği geliştiğini görecektik.

Bilgisayarlı tomografiyle çekilen resimler, mumyalanan bir çok Mısırlı’da kalp damar hastalığı olduğunu gösterdi. Bu durumun kanıtı, damarlarda damar sertliğinin alamet-i farikası olan kireçlenmelerin (kalsifikasyon) saptanmasıydı. Damar sertliği olan mumyalarda ortalama yaş 45 iken, damarlarında kireçlenme olmayanlarda 35 olması, o zaman da bu hastalığın daha çok ileri yaşlarda görüldüğünü ortaya koyuyor.
Bilim dünyasında yankı bulan bu araştırmayı eleştirenler, 4000 yıl önceden kalan bu insanların bir tarım toplumu olan Mısır’da yaşamış olduğunu hatırlattılar. Üstelik mumyaların halktan değil varlıklı kesimden kişilere ait olduğunu vurguladılar. Bunu da, o zaman bile damar sertliğinin kötü beslenme sonucu ortaya çıktığının kanıtı olduğunu iddia ettiler. 2013’te yayınlanan geniş kapsamlı yeni bir araştırma bu eleştiriye cevap verir nitelikte.

4- ‘Kalp’ 4 bin yıl önce de vardı!

Damar sertliği taş devrinde de varmış

Binlerce yıllık mumyaların bilgisayarlı tomografi resimlerinde, baştan ayağa birçok damarda damar sertliğinin belirtisi olan kireçlenmeler görüldü.

Dünyanın farklı dört köşesinden 137 mumyayı bilgisayarlı tomografi cihazıyla inceleyen araştırmacılar gözlemlerini geçen sene İngiliz tıp dergisi Lancet’de yayınladılar. Makalede bilgisayarlı tomografiyle incelenen mumyaların çoğunluğunun eski Mısır’dan, üçte birinin Peru’dan, beşinin Amerika’nın güney batısında yaşamış yerlilerden, beşinin Alaska yakınındaki adalarda yaşamış eskimolardan olduğu bildiriliyor. Milattan önce 1600 ile 300 yılları arasında yaşamış olan bu insanların hayatlarını değişik coğrafyalarda geçirdikleri, farklı iklimlere ve doğa koşullarına maruz kaldıkları ve beslenme kaynaklarının da aynı olmadığı biliniyor.

Damarlarda kireçlenme
Mısırlıların ve Peruluların tarım yaptıkları, hayvan yetişdikleri; Puebla halkı denilen bugünkü ABD’nin güney batısında yaşamış olan insanların bir miktar çiftçilik yapsa da besinlerinin önemli bölümünü doğadan karşıladıklarını gösteren bilimsel kanıtlar var. Alaska yakınındaki adalarda yaşayan Unangan yerlilerinin beslenmesinin tümünün deniz kaynaklı olması araştırmadaki mumyaların çeşitliliğini daha belirgin kılıyor.
Mumyaların bir çeşit röntgen filmi olan tomografi resimleri, üçte birinin damarlarında kireçlenme olduğunu gösterdi. Balık, deniz ürünleri ve kuşlarla beslenen Unangan eskimolarında ve tam anlamıyla tarım toplumu olmayan Pueblanlarda damar sertliği oranları Mısırlılardakinden daha az olması uzmanları şaşırttı. Gerek ekinlerin gerek doğadaki bitki ve hayvanların büyük değişiklik gösterdiği dört bölgede de, binlerce yıl önce bile damar sertliğinin var olması, beslenme dışında birçok etkenin katkısıyla ortaya çıkan karmaşık bir hastalık olduğunu gösteriyor.