Bir dizi konferans vermek için gittiğim Avustralya’da geçirdiğim 2 hafta içinde bu ülke ve insanları hakkında bir çok şey öğrendim. Şehirlerinin yanı sıra hastanelerini, tıp fakültelerini yakından görme, sağlık sorunlarını, özellikle kalp damar sağlığına yaklaşımlarını öğrenme fırsatım oldu.
1700’lerde Hollandalı ve Fransız denizciler, bu yeni kıtaya ulaşmış olsalar da yerleşip toprakları sahiplenen İngilizler olmuş. On Sekizinci Yüzyıl’ın sonlarından itibaren çeşitli kıyı bölgelerinde açık hapishaneler kurup çeşitli suçlardan mahkum olan on binlerce insanı İngiltere’den bu yabancı diyara getirmişler. Birçok Avustralyalının ataları olan mahkumlar cezalarını çektiken sonra burada yerleşip kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar. Daha sonra Britanya, Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinden gelen göçmenlerle yerleşim alanları genişlemeye başlamış.
Bu yerleşim herkesin işine yaramamış. Yaklaşık 50 bin yıldır bu topraklarda yaşayan Avustralya’nın yerlileri yerlerinden yurtlarından olmuşlar. Bir çoğu tapraklarını işgal eden Avrupalılar’ın silahlarıyla, büyük çoğunluğu beyaz adamın getirdiği hastalıklarla kırılmış. Çoğu kabilenin soyu kurumuş, konuştukları diller, farklı kültürler yok olmuş.
Son yıllarda, devlet ve sivil toplum kuruluşları giderek artan bir bilinçle yerli halkın kaybettiklerini telafi etmeye çalışıyorlar. Şimdiki kuşakların yerli halka karşı olan vicdani borçlarının farkında oldukları her ortamda, her konuşmada hissediliyor.
Avustralya, Güney Yarımküre’de Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu’nun arasında kocaman bir adadır. Beş eyaleti bir de bölgesi vardır. Nüfusunun büyük çoğunluğu ülkenin doğusunda deniz kenarındaki şehirlerde yaşar. Kıtanın ortasında günlerce gidip bir tek insana rastlamamak mümkündür. Yerleşim alanları arasındaki mesafeler çok uzundur.
Toprak çok, nüfus az
1901’e kadar Britanya İmparatorluğu’nun sömürgesi olan Avustralya bu tarihten itibaren anayasal bir monarşi olarak parlamenter sistemle yönetiliyor. Yaklaşık 8 milyon kilometrekarelik bu kara parçası yeryüzündeki en büyük ada ama en küçük kıta. Ülkenin nüfusu sadece 22 milyon. Avustralyalılar’ın dörtte üçü şehirlerde yaşıyor.
Hastaneler herkesin
Genel sağlık sigortası tüm Avustralyalılara her türlü sağlık hizmetine ulaşma olanağı sağlıyor. En çağdaş hizmetlerin verildiği, yüksek teknolojiye sahip tam teşekküllü büyük kamu hastanelerinin çoğu, büyük şehirlerde.
Kırsal bölgelerde temel sağlık hizmetleri verilse de yüksek teknoloji gerektiğinde yüzlerce kilometre uzaktan da olsa hastalar büyük şehirlere geliyor. Kamu kurumlarının yanı sıra özel hastaneler de var. Bir çok yerde kamu ve özel hastaneler yan yana.
Çoğu hekim haftalık çalışma süresinin bir bölümünde özel kurumlarda hizmet veriyor.
Tıp fakülteleri çok gelişmiş. Hükümetler, bilimsel araştırmalar için ciddi bütçeler ayırıyor. Çok uzak olmasına rağmen ABD ve Batı Avrupa bilimsel çevreleriyle çok yakın ilişki ve işbirliği içindeler. Stratejik olarak ABD gibi büyük ülkelerin yapabileceği araştırmalar yerine, odağı nisbeten dar ama etkisi büyük olacak tıbbi araştırma projelerine yatırım yapıyorlar.
Akademik kariyer yapmak isteyen bir çok hekim, uzmanlık çalışmasını tamamladıktan sonra 2-3 yıl süren bir bilimsel araştırma süresinde hazırladığı tez ile doktorasını tamamlayıp bir üniversiteye katılabiliyor.
Bu grafik Avustralya’daki yerli halkın sağlığının ne kadar kötü olduğunu ortaya koyuyor. Altmışına ulaşan yerli sayısı az. Yerli erkeklerin yarısına yakını, kadınların ücte biri, daha 45’ine gelmeden hayatını kaybediyor. Genç yaşlarda bile diyabet ve kalp hastalığı çok yaygın.
Yerlilerin sağlığı kötü
Avustralya yurttaşlarının çoğunluğunun aksine, kıtanın yerlilerinin sağlıkları hiç iyi değil. Yerlilerin ortalama yaşam süresi diğer yurttaşlardan 12 yıl daha kısa. Kalp damar hastalıkları ve şeker hastalığı çok yaygın.
Konuştuğum uzmanlar, yerliler ve diğer Avustralyalılar arasındaki bu çarpıcı farkı bir çok nedene bağlıyor. İki yüz yıla yakın, ihmal, ırkçılık, ayrımcılık zemini üstünde gelişen fakirliğin, sağlık merkezlerinden uzak yaşamanın, kötü beslenmenin kronik sağlık sorunlarının kaynağı olduğunu belirtiyorlar.
Yerlerinden yurtlarından edilen, toprakları hatta çocukları ellerinden alınan yerlilerin ruh ve beden sağlığının kuşaklar boyunca bozulduğu düşüncesindeler.
Son yıllarda “Arayı kapat” sloganıyla başlatılan hareket, yerli halkın temel sağlık sorunlarına çok yönlü, kapsamlı çözümler arıyor.
10 Nobel ödülü kazandılar
Nüfusunun az olmasına rağmen Avustralya’dan Nobel ödülü alan 10 bilim insanı çıkmış. Bunlardan altısı Tıp Nobel’leri. İlki 1945 yılında “Penisilin”i bularak milyonlarca hayat kurtaran 3 bilim insanına verilen ödül. Güney Avustralya’da doğan Howard Florey; Fleming ve Chaim ile ödülü paylaşan doktor.
1960’ta bir İngiliz bilim adamıyla Nobel’i paylaşan Frank Burnet’in ödüle layık görülmesinin nedeni, insanları mikroplara karşı koruyan bağışıklık sistemini bulması.
1963’te ödül, beyinden ve omurilikten kaynaklanan uyarıların sinirlerde nasıl ilerlediğini ve bir sinirden ötekine geçerken gerekli olan zincirleme kimyasal olayları bulduğu için Joh Eccles’e verildi.
1996 yılında bir İsviçreli bilim adamıyla Nobel’i paylaşan Peter Doherty bağışıklık sistemimizin temel taşlarından “T” hücrelerinin virüsleri nasıl tanıyıp öldürdüğünü bulduğu için ödüllendirildi. Bu temel araştırmalar daha sonra organ nakillerinin gelişmesinde ve bağışıklıkla ilgili birçok hastalığın anlaşılmasında önemli rol oynadı.
2005 yılında Nobel ödülünü iki Avustralyalı paylaştı. Berry Marshall ve Robin Warren 1982’de mide ve onikiparmak bağırsak ülserlerinin büyük çoğunluğunun gerçek nedenin stress değil bir mikrop olduğunu söylediklerinde kimse inanmamıştı. Ülser ameliyatlarını müzelik yapan, antibiyotik kürüyle tedavi dönemini açan bu buluş milyonları sağlığına kavuşturdu.
2009’da iki ABD’li iki bilim insanıyla Nobel’i paylaşan Elizabeth Blackburn’un ödüle layık görülmesinin nedeni, kromozomların ucundaki telomer denilen iplikcikler ve bunların kısalmasını önleyen telomeraz maddesi üstünde yaptığı araştırmalar. Blackburn, uzun ömrün sırrını barındırdığı düşünülen telomerler üzerindeki çalışmalarını hâlâ sürdürüyor.
Bilimsel altyapı müthiş
Toplam nüfusu şimdi 22 milyon olan bir ülkenin 70 yılda tıp alanında 6 Nobel ödüllü bilim insanı yetiştirmesi müthiş bir bilimsel altyapının varlığını ve bilime ayrılan kaynakların, verilen önemin ve önceliğin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Ben de ziyaret ettiğim üniversitelerde, araştırma merkezlerinde, katıldığım bilimsel toplantı ve seminerlerde bu altyapıyı bizzat gördüm. Görüş alış verişinde bulunduğum çok sayıda hekim ve araştırmacının bilgi ve birikiminden etkilendim, tanıştığım tıp öğrencisi ve genç asistanda bu başarılı çizginin süreceğini gösteren kıvılcımlara tanık oldum.
Sağlıklı hayat tarzı
Avustralya’daki şehirler sağlıklı yaşam için inşa edilmiş desem yanlış olmaz. Bakımlı parklar, motorlu araç trafiğine kapalı yollar, deniz ve nehir kenarında kilometrelerce yürüyüş ve bisiklet yolları insanları haraketli bir yaşama davet ediyor.
Sigara içmek parklarda bile yasak. Sydney hava alanında sigara satın almaya kalkarsanız, dar bir geçitten geçip üstünde büyük harflerle “Sigara Öldürür” yazan beyaz bir duvarın arkasına gitmeniz gerekiyor. Buradaki görevli, içi görünmeyen siyah dolapların içinden çıkardığı, üstünde korkutucu resimler olan sigara paketini sanki gizli ve utanç verici bir alış veriş yapıyormuşsunuz gibi uzatıyor. Bir tek sigara paketinin “duty free” dükkanındaki fiyatı 15 TL.
Son söz: Çok şükür ülkemizde Avustralya’daki yerli halkın bozuk sağlığı ölçüsünde bir sağlık sorunumuz yok.
Öte yandan bu ülkede bilimsel araştırmalara ayrılan kaynaklara, sağlanan desteğe ve teşvik edici iklime bakınca imrenmemek elde değil.