Son 50 yılda kalp hastaları eskiye göre çok daha uzun yaşıyorsa, genç yaşta kaybedilecek birçok can kurtarılabiliyorsa, bu başarıları son 3 yüzyılda alın teri dökmüş olan binlerce bilim insanına borçluyuz. Bunların arasında, ufku geniş, gözü pek ve risk alıcı özellikleriyle öne çıkan üçünün birbirinden ilginç hikâyesi anlatılmaya değer...
Tıbbın gelişmesinde yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin bulunmasının yolunu sistemli çalışmalar açar. Planlanmış araştırmaların yanı sıra, gözü pek, yaratıcı, ufku geniş, risk almaktan çekinmeyen hekimlerin yaptıklarının önemini de göz ardı etmemek gerekir.
Kalbe ince bir boruyla ulaşma (kalp kateterizasyonu) ve röntgende görünür bir madde vererek kalbin ve damarların resmini çekme (kardiyak anjiyografi) tekniklerinin nasıl geliştiğine baktığımızda birçok bilim insanının emeğinin izlerini görüyoruz.
Son 50 yılda kalp hastaları eskiye göre çok daha uzun yaşıyorsa, genç yaşta kaybedilecek birçok can kurtarılabiliyorsa, bu başarıları son 3 yüzyılda alın teri döken binlerce bilim insanına borçluyuz. Bugünkü yazımda bunlardan üçünün hikâyesini anlatacağım.
İlk kateter işlemi 300 yıl önce
Rahip Hales 1711’de bir atın şahdamarına soktuğu pirinç boruyla ilk kalp kateterizasyonunu gerçekleştirdi. Metal boruyu ince uzun bir cam tüpe bağladı. Londra’da 1933’te yayımlanan kitabında atın kalbindeki basıncın cam borunun içindeki suyu 3 metre yükselttiğini anlıyoruz. “Kan basıncının babası” adlı bu resim, deneyin yapılışını gösteriyor. Tarih boyunca kalbe yaklaşmanın ölümle sonlanacağı yaygın olarak kabul gören bir inançtı. Tıbbi adı kalp kateterizasyonu olan, koldaki veya kasıktaki damardan girip ince bir tüple kalbe ulaşma yöntemi insanda ilk kez 20. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşti. Bu aşamaya gelinceye kadar, kadavralarda ve hayvanlarda yapılan birçok buluş ve gözlem var. Bilinen ilk kateterizasyon işlemi 1711 yılında Stephan Hales adlı bir İngiliz tarafından yapıldı.
Bir atın boynundan soktuğu metal borular aracılığıyla kalbin iki alt odacığındaki basıncı ölçen Hales ne bir doktordu ne de biyolog. Aslen bir Anglikan rahibi olan bu ilginç bilim adamının botanikten fizyolojiye, kimyadan cerrahiye birçok alanda buluşları var.
Hales’ın deneyinden sonraki yaklaşık 2 yüzyıllık sürede, bilim insanları hayvan deneyleri ve kadavralarda yapılan araştırmalardan yeni bilgiler edindilerse de, hiçbiri insan kalbine ulaşmaya kalkışmadı. 1905’te bir grup Alman hekimi, koldan ve kasıktan girerek kalbe ulaşıp ilaç vermek için deneyler yaptıklarını söyleseler de çabalarını bir bilimsel makalede toplayıp yayımlamadıkları için bilim dünyası insanda ilk kateterizasyon yapan payesini onlara vermedi. Bunun için yaklaşık çeyrek yüzyıl daha geçmesi gerekti.
İlk kateter işlemini kendisine yaptıYukarıdaki resimde, 1929’da Dr. Frossman’ın kendi sol kolundaki toplardamara sokup kalbine kadar ilerlettiği idrar sondasının (kateter) görüntülendiği akciğer filmi görülüyor. 1928’de tıp fakültesinden mezun olan Werner Frossman adlı genç hekim, Berlin yakınlarında küçük bir hastaneye carrahi ihtisası yapmak üzere girer. Uzmanlık çalışmasının ilk yılında kaybettiği hastalardan çok etkilenir. Ölmekte olan hastanın kalbine doğrudan ilaç verilebilse hayatını kurtarabileceğini düşünmeye başlar. Daha önce yapılan hayvan araştırmalarını inceler ve koldaki damardan girerek kalbin sağ odalarına ulaşmak için bir deney planlar. Servis şefine planı anlattığında aldığı cevap “Sakın ha!”dır.
25 yaşındaki Frossman yasağa aldırış etmez. Genç bir meslektaşını yardım etmeye ikna eder. Arkadaşına kolunu uzatıp ince bir idrar sondasını damarından sokup ilerletmesini sağlar. Bir karış ilerlettikten sonra paniğe kapılan meslektaşı kateteri çekip odadan kaçar. Bu işi tek başına yapması gerektiğini anlayan Frossman’ın ameliyathaneye ve cerrahi malzemelere ihtiyacı vardır. Ameliyathane başhemşiresinin ağzından girer, burnundan çıkar ve deneyi yapmaya ikna eder. Hemşire, işlemin kendisinde yapılacağını düşünerek ameliyathaneyi açar, aletleri çıkarır. Sonra da masaya yatıp ellerinin ayaklarının bağlanıp koluna anestezi verilmesine razı olur. Bu hazırlıklar sürerken kendi kolunda dirseğin önünde toplardamarın bulunduğu yerde küçük bir kesi yapıp damara ulaşan Frossman, ince idrar sondasını (kateter) toplardamarın içine sokup itmeye başlar. O sırada olup bitenin farkına varan başhemşirenin itirazlarına aldırış etmeden 65 santimlik borunun tümünü damarından sokar. Hem yaptığını belgelemek hem de kateterin kalbe ulaşıp ulaşmadığını görmek için röntgen çektirmem gerek diye düşünür. Başhemşireyi yatıştırıp yanına alarak bir alt kattaki röntgen servisine iner. Çekilen röntgen, insanda yapılan ilk kalp kateterizasyonunun kanıtı olur.
Bu haber hastanede duyulduktan sonra işinden atılır. Berlin’de daha buyük bir hastaneye girer, deneylerine bir süre devam etse de o hastaneden de ayrılmak zorunda kalır. Cerrahi ihtisasını tamamlayıp ürolog olarak çalışmaya başlar. Almanya’daki akademik çevrelerden beklediği itibarı göremez. Ta ki 1956 yılında buluşu nedeniyle Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülene kadar.
“Kateter kilidin anahtarı”
Genç cerrahi asistanının kendi üzerinde yaptığı deneyleri izleyen 20 yılda Avrupa’da olduğu kadar ABD’de de araştırmalar devam etti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kalbin sağ ve sol odacıklarına girilerek, basınç ölçülerek, röntgen resimleri çekilerek yapılan incelemeler, kalp ve kan dolaşımının birçok sırrının anlaşılmasını sağladı. Frossman’la 1956’da Nobel’i paylaşan 2 ABD’li doktordan biri olan Andrea Cournan’ın ödül töreninde söylediği gibi, kateter kilidin açılmasında anahtar rolünü oynamıştı. 40’ların sonunda, 50’lerin başında İstanbul Üniversitesi’ndeki öğretim üyeleri de kateterizasyon işlemi yapmaya başlamışlardı. Ama hâlâ bu işlemler, kalp odalarının ve kalpten çıkan aort ve akciğer atardamarlarının resminin çekilmesi ve ölçümlerinin yapılmasının ötesine geçmemişti. Kateteri kalbi besleyen koroner damarlara sokmanın, hele koronerlerin içine boya vermenin öldürücü olacağından korkuluyordu.
Tesadüfen bulunan yöntemDr. Mason Sones, 1958 yılının Ekim ayında hastasının aort damarını görüntülemek için koldaki atardamardan soktuğu ince plastik bir tüpü (kateter) büyük damarın ortasına kadar ilerletti. Film çekme düğmesine basıp 40 santimetreküp boyayı enjekte etti. O arada kayıp kalbi besleyen damarlardan birinin içine giren kateter, tüm boyanın incecik damarın içine verilmesine yol açtı. Böylece, bir kaza eseri olarak da olsa ilk koroner anjiyo yapılmış oldu. Dr. Mason Sones, ABD’de Cleveland Clinic Hastanesi’nde kateterizasyon işlemlerini yerleştirmek için işe alındı. İşine tutkuyla bağlı olan genç doktor gece gündüz demeden çalışıyordu. 1958 yılında kalp kapakları iyi çalışmayan, 26 yaşında bir genç adama kateterizasyon yapıyordu. Kalpten çıkan büyük atardamar aortun resmini çekmesi gerekiyordu. Bundan sonrasını Sones’in 1982’de bir meslektaşına yazdığı mektuptan okuyalım:
“Aortun içine yerleştirdiğim kateter yoluyla 40 santimetreküp iyotlu boyayı bir iki saniye içinde hızla enjekte ettim. Ekranda gördüklerim beni dehşete düşürdü. Kateter yanlışlıkla koroner damarlarından birinin içine girmişti. Verdiğim 40 santimetreküp boyanın tümü incecik damarın içine boca olmuştu. Bu durumun öldürücü bir çarpıntıya yol açacağından emindim.
O zamanlar ne kalp masajı vardı ne de şok aleti. Hemen bir bisturi bulup göğsünü yarıp, elimle kalbini sıkarak kalp masajı yapmak için hastanın yanına koştuğumda gördüm ki genç adam uyanıktı. Birkaç kere öksürmesini söyledim, böylece iyice yavaşlamış olan kalbinin atımları normale döndü. Ne kadar sevindiğimi söylememe gerek yok.
En zor durumda fırsatları görebilmek
Olaydan sonraki günlerde, bu kaza sayesinde belki de koroner damarların içine iyotlu boya vermekte bir sakınca olmadığını düşündüm. Üstelik 40 değil 5-10 santimetreküp vermemiz yeterli olabilirdi. Birkaç hafta içinde endişe ve heyecanla da olsa bu yönde çalışmaya başladık.”
Dr. Mason Sones, her gün binlerce kere yaptığımız koroner anjiyografiyi geliştirmeye işte böyle başladı. Bu buluş olmasa ilk kez 1968’de yapılan baypas ameliyatı da, 1977’de yapılan balon anjiyoplasti de, 90’ların buluşu stent takma işlemi de yapılamazdı.
Üçü olmasa ne olurdu?
Rahip Hales dinle uğraştığı kadar bilime de ilgi duyup araştırmasaydı, Dr. Frossman’ın engel tanımaz kişiliği bilimsel merakıyla harmanlanmasaydı, Mason Sones bir kazanın gölgesindeki fırsatı fark edebilecek keskin zekâya sahip olmasaydı, son 50 yılda birçok insanın ömrü daha kısa olurdu.