Haberin Devamı

Bir süredir canım Troçki çekiyor.
Onun sözlerini okumak ve uyarılarına kulak vermek istiyorum.
Kütüphaneye gidince, kendimi uğramadığım köşelerde buluyorum.
Neden olduğunu yeni anladım.
Balkon konuşmasıyla başlayan ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine uzanan sürece tepkim bu.
Ülke aslında sağcı, muhafazakar falan değil.
Burada, sağ sol, sol sağ olmuş vaziyette.
Soldan anladığımız da sosyal demokrat değil tabii.
Stalin “solu” diyecek olursam, taşlar yerli yerine oturuyor.
Değerli yalnızlığımız daha bir anlamlanıyor.
***
Balkon konuşmasına dair en tuttuğum yorum Murathan Mungan’dan gelmişti.
Bir “Don’t cry for me Argentina” şarkısı eksikti.
Otorite figürümüz, bir halk kahramanı. Halktan çıkma bir hatip.
Amerikan rüyası, Chavez çığırtkanlığı, Pinochet eğilimleri vs. vs. hepsi mevcut.
Günümüzden en yakın model ise bir tutam Berlusconi, daha çok Putin. Zaten Rusya, doğudur.
Hal böyle olunca, Troçki’nin analizlerine sığınmak, onun öngördüklerini paylaşmak elzem. Nefreti, ötekileştirilmeyi, çifte standartları bir kenara bırakıp, soğutmak gerekli. Geçmişe bakıp rahatlamak mümkün; daha beterleri varmış diye değil. Otoriterleşen, bürokratikleşen devlet-i aliyelerin sonları üç aşağıya, beş yukarıya aynı olduğu için.
Hem, bahar da geldi.
***
Troçki ile ilgili, “Eski Ahit peygamberlerinin tutkusuyla öngörmekte mahir bir siyasal analistti” deniliyor. Boşuna değil.
Nazilerin nasıl bir bela olacağını, Stalin’in neler yapabileceğini kahin gibi anlatıyor. Almanya’daki bir birahanede yaptığı etkileyici konuşmayla tarih sahnesine inen Adolf‘la ilgili, Troçki şunları yazmış:
“Hitler siyasal kariyerinin başında, yalnızca atılgan mizacıyla öne çıkıyordu, sesi başkalarından daha gürdü ve entelektüel bakımdan çok daha yatıştırıcı bir etki yapan bir vasatlığa sahipti... İntikama susamışlığı duygusunu harekete geçirmesini saymazsak, en ufak bir programla bir hareket oluşturmuş değildi... Almanya’da yara bere izleriyle mahvolmuş ve gün gün tükenmekte olan insanlardan bol ne vardı! Bunların hepsi bir işaretle yumruklarını masaya indirmeye meyilli insanlardı. Hitler bu işi başkalarından daha iyi yapıyordu... Mahvolmuş sınıflar, ölümcül derecede hasta olan kesimler gibi, şikayetlerini çoğaltıp durmakta ya da avuntulara kulak kesilmekte hiçbir zaman yorulmazlar. Hitler’in bu konuşmaları bu duyguların doyurulmasına yönelikti... Umutsuzluk onları ayağa dikti, faşizm de ellerine bir bayrak tutuşturdu. Toplumun normal gelişimi içerisinde kültürel dışkı şeklinde ulusal organizmadan atılması gereken her şey şimdi bu insanların boğazlarından yükselip çıkıyordu; kapitalist toplum sindirilmemiş barbarlığın kusmuğa dönüşümüdür.”
Troçki’ye göre Alman komünist partisinin en büyük hatası diğer Sosyalistlerle birleşmeyi becerememesiydi. Klasik: Sol kendi içindeki kavgalarından parçalanıyor, faşizm onları ancak mezarda birleştiriyor.
Muhalefet birlik olamayıp yeni bir söylem geliştiremediği için sivrildi Hitler gibileri. Rusya’da da benzer şeyler oldu. Troçki’nin öngördüğü gibi Stalinizim “işçi hareketinin frengisine” dönüştü. Milyonlarca insan öldü, tarihin gördüğü en büyük tasfiyeyle karşıt sesler susturuldu. Stalin’e yakın bürokratlar da aşırı zenginleşti.
Ne yapacağız peki? Sürekli devrim bugün paslı bir deyim, solgun sayfalarda kalan bir hayal mi? Bilmiyorum. Tek bildiğim, işsizliğin patladığı ve ekonomik buhranın kapıda olduğu yerlerde tehlike kapıdadır. Muhalefet ideal bir şekilde kendi içinde didişerek yerinde saymaya devam ettikçe, denge olamaz. Dengesizliğin ne gibi dengesizleri sahneye taşıdığını da söylememe gerek yok.
***
Not: Senelik iznimi kullanıp gideceğim bir meçhule. Dönüşte maceralarımı anlatırım. Ciao bella ciao.