DAHA 29 yaşındaydı. Hani derler ya ‘hayatın baharında’ diye tam da o çağdaydı... Anne olalı birkaç yıl geçmişti, kızının üzerine titriyordu, gelecek hayallerini hep yavrusu süslüyordu.
Bir gün karnına aniden ağrı saplandı. “Geçer” diye bekledi, geçmedi. Safrakesesinde taş vardı. Tek çare ameliyattı.
“Ameliyat şart” dediklerinde korkmuştu, sıradan bir operasyon olduğu söylenince de rahatlamıştı.
Ağrıdan kurtulma ümidiyle yattı bıçak altına... Uyandığında da, “Artık iyiyim” diyordu gülümseyen yüzüyle.
Birkaç saat sonra ise dünyası karardı. Vücudu şişmeye, her yeri alev alev yanmaya başlamıştı. Ateşi 40 derecenin üzerindeydi, bitkindi. O gülen yüzü taş kesilmişti.
Nöbetçi doktora haber verildi. “Ameliyat sonrası olabilir” denildi, bir iğne yapıldı.
Acı gerçek saatler sonradan anlaşıldı.
Ameliyattan çıktığı o gece, tedavi gördüğü bölümün kongresi vardı. Hocalar, deneyimli tüm doktorlar oraya gitmişti.
Nöbetçi bırakılan asistan doktor da durumun ciddiyetini kavrayamamıştı.
Geçen her dakikada bedenini iltihap sardı. Ertesi gün ekip kongreden döndüğünde hemen ikinci ameliyata alındı.
İlk operasyonda onikiparmak bağırsağının dikkatsizlik yüzünden delindiği işte o zaman ortaya çıktı ama çok geçti.
Artık o yoğun bakımda yatan yaşayan bir ölüydü. Acı haberin gelmesi de fazla sürmedi. 29 yaşındaki gencecik bir fidan göz göre göre solup gitti.
İhmal üstüne ihmalin bedelini canıyla ödemişti, geride de gözüyaşlı insanlar ve öksüz bir çocuk bırakarak.
Ailesi hemen hukuk mücadelesine girişti. Yıllardan 2007’ydi, şimdi 2011!
Tecelli etmesi beklenen adaletten ne ses çıktı ne seda...
Suçduyurusu yapılan Cumhuriyet Savcılığı dava bile açamadı. Çünkü talihsiz kadının can verdiği Bursa Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nden bir türlü yargılama izni gelmedi. Görüş istenen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi de sessizliğe gömüldü.
Beş yıllık zaman aşımı süresini doldurarak meslektaşlarını korumaya çalıştıkları iddiası, acılı kalpleri daha da sızlatmaya yetti.
Olayın üzerinden geçti neredeyse 4 sene. Az kaldı 5 senenin dolmasına, az kaldı!..
GENCECİK yaşta ölen kişi Nevin Bayram’dı, eşimin kuzeni. “Sıradan bir ameliyat, hiç korkma” diyerek uğurladığımız hastaneden cenazesini aldık. Ellerimizle toprağa verdik, gözyaşlarımızla mezarını suladık.
Hatıralarımızla avunduk, yavrusunu bağrımıza basarak teselli bulmaya çalıştık. Ama acısı hiç geçmedi, yokluğu eksilmedi.
Onu ölüme götüren ihmallerin sorumluları yargılanmaktan uzaklaştırıldıkça acımız nasır tuttu.
Annesizliğe mahkum edilen kızı büyüyüp bir gün, “Anneme ne oldu” diye sorduğunda vereceğimiz cevabı bilemedik, sustuk.
“Belki adalet o yanıtı verir” dedik, olmadı.
Dedim ya “Sustuk” diye, bugüne kadar yazmadım bu satırları.
Ama şimdi!
Defalarca müebbete mahkum edilen, onlarca yıl hapse çarptırılanlar elini kolunu sallayarak bırakılırken...
“Bu nasıl yargı sistemi, Rahşan affından da beter” diyerek herkes kara kara düşünürken...
Yazmanın ve sormanın sırası geldi:
Adalet bu mu?
GÖRÜŞLERİNİZİ GÖNDERİN, ‘BLOG’DA SİZ DE DÜŞÜNCE VE YORUMLARINIZLA YER ALIN