Ali Babacan, “Neredesiniz?” diye soran ben değildim, Financial Times gazetesiydi.
Gazete, Haziran 2006’da, ortalıkta pek gözükmediğini yazdığı “Başmüzakereci” Ali Babacan’a böyle seslenmişti.
Ali Babacan şimdi Cumhurbaşkanı aday adayı.
Kampanyasına da ana dilde eğitime yeşil ışık yakarak, tarikatların yapılanmasına izin vermekten söz ederek başladı.
Deva Partisi Başkanı Ali Babacan, Teke Tek programında bu şaşırtıcı “açılımlarını” bir zamanlar AB Başmüzakerecisi olmasına bağladı, alenen söylemese de geçmiş dönemin reformlarından en büyük payı kendisine çıkardı.
Global medyanın önemli markalarından birinin “Neredesiniz?” diye başlık atmak zorunda kaldığı bir başmüzakereci için
oldukça iddialı çıkarım ve cümleler bunlar.
“Şimdi muhalefette ya, yazmak kolay” diyecekler için de kısa bir bilgi vereyim:
Financial Times’ın haberini Haziran 2006’da Sabah’taki, 19 Ocak 2009’da da Habertürk’teki köşemde yazmıştım.
Babacan, Sabah’taki yazım sırasında Devlet Bakanı, Habertürk’teki yazım sırasında da Dışişleri Bakanı’ydı...
Özel okul zamlarında gözden kaçmaması gerekenler
Özel okul ücretlerine yapılacak zamda tavan yüzde 65 oldu. Bu zam oranı Yurt içi ÜFE ve TÜFE oranlarının ortalamasından en fazla 5 puan eklenerek hesaplanıyor. Bu yıl zam oranı en yüksek yüzde 105 olabilirdi, Milli Eğitim Bakanlığı yüzde 65 zamda karar kıldı. 2009 yılına kadar zam oranı TÜFE ile sınırlıydı. Bu zor zamanda eski sisteme dönmek bir seçenek olabilir.
Veliler bu zamdan çok, yemek-kitap-üniforma ücretlerindeki yüzde 300’leri bulan fahiş fiyat artışlarından şikâyetçi. Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği gereği devlet sadece eğitim ücretine yapılacak zamma karışabiliyor ama kötü niyet bu kadar yaygınsa, ortada bir sorun var demektir. Gerekiyorsa bu yönetmelik tekrar ele alınmalı.
Bir diğer sıkıntılı alan, ilköğretimde 4. sınıftan 5. sınıfa geçen çocukların durumu. Aynı okul bünyesinde olmasına rağmen, 5. sınıfa başlayan çocukların ailelerinden “Kademe geçişi” adı altında geçen seneye göre yüzde 300 daha fazla para isteyen okullar var. Sektör kendini düzeltemiyorsa Milli Eğitim Bakanlığı mutlaka devreye girmeli.
Ücretlerdeki artışın yol açtığı en can sıkıcı tablo okul öncesi eğitimde yaşanıyor. Lisede özel okula giden öğrenci sayısı artıyor ama devletin henüz başlamadığı okul öncesi eğitimde olan öğrenci sayısı azalıyor. 2019-2020 yılında
5 yaşta okullaşma oranı yüzde 71.22’ydi, 2020-2021’de bu oran yüzde 56.89’a düştü. Okul öncesi eğitimin çocuk gelişimindeki önemi mutlaka dikkate alınmalı.
Özel okullar devlet okullarına göre daha nitelikli eğitim veriyorlarsa, bir süre sonra sadece zengin çocuklarının nitelikli eğitim aldığı bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz. Bu kabul edilebilir bir durum değil, uzun vadede kast sistemi diye tanımladığımız, kişilerin ölene kadar doğdukları sınıfın içinde kaldıkları sisteme dönüşebilir. Yıllığı 700 bin lira olan okula zaten sadece belirli bir sınıftan insanların çocukları gidiyordu ama beyaz yakalılar için özel okulda çocuk okutmak bu kadar zor hale gelmemeli. Enflasyonda beklenen düşüş sağlanıncaya kadar KDV indirimi dâhil ek tedbirler mutlaka düşünülmeli.
Türkiye’de özel okula giden öğrenci sayısı 1 milyon 310 bin 605 ama bu yazdıklarım sadece çocuğunu özel okula yollayan ailelerin problemi değil. Özel okula gitmekten vazgeçen her öğrenci devletin eğitim yükünü artırır. Daha da kötüsü, insanlar çocuklarını özel okula yollamak yerine, devlet okuluna yollayıp, etüt, kurs adı altında kapatılan dershane sisteminin küllerinden doğmasına neden olabilir.
Gelecekte yasak olan yiyecekler
Besin ürünleri eskiden besleyici değerlerine göre sınıflandırılırdı, bu sistem artık değişiyor.
Dünyanın en önemli üniversiteleri bu sıralar üst üste yiyeceklerin karbon ayak izini araştırıyorlar.
Çok sayıda araştırmadan çıkan sonuçlar şöyle:
Çiftlik hayvanlarının karbon salımı nedeniyle sığır ve kuzu etleri yasaklanacak yiyecekler listesinin başında yer alıyor.
Tavuk, hindi, tavşan, ördek gibi geviş getirmeyen hayvanların karbon ayak izleri sığırların ayak izinin 9’da biri kadar.
Bilim, çiftlik hayvanlarının besin zincirinden çıkacağı senaryolar üzerinde de çalışıyor.
Et tüketimi için iki alternatif var, hücresel et ve soya veya bezelye proteininden yapılan bitki bazlı et.
Mesele sadece et değil, peynir de karbon ayak izi listesinin tepelerinde dolaşıyor.
Süt verimi yüksek olduğu için inek peynirlerinin bir şansı var ama keçi ve koyun peynirinin geleceği karanlık.
Çiftlik balıklarında karidesin karbon ayak izi çiftliklerin kuruluş aşamasında yaşananlardan dolayı yüksek, diğer balık türlerinin durumu daha rahat.
Bitkisel ürünlerde bezelye, baklagiller ve fındık açısından gelecek parlak. Soyada durum biraz karışık ama.
Bezelyeden 100 gram protein üretmek 0.4 kg karbondiokside neden olurken, soya ekimi için arazi temizlenmesiyle beraber 100 gram için 2 kilogram karbondioksit salımı oluyor.
Yine de geleceği en parlak bitkisel ürün, ABD’li bir şirketin nohut ile oynayarak elde ettiği yüksek proteinli nohut tozu.
Makarna ve ekmekte herkesin gözü bu seçenekte.
Son olarak midye-istiridye ve deniztarağını da yazayım: Çiftlikte çok yetiştirildikleri için karbon emisyonu sonuçları iyi ama doğada toplanma süreçleri de eklendiğinde çiftliğe oranla 10 kat daha fazla emisyona neden oluyorlar.
Tüm bunları yazma sebebim, bilimin çiftlik hayvanlarının olmadığı senaryolar üzerinde çalışmaya başlamış olması.
Bu gidişat, gelecekte yasaklı ve serbest yiyecekler sonucuna yol açar.