Mülkiyet hakkı elbette kutsal bir hak ama yaşam hakkı kadar kutsal değil.
Türkiye’de kentsel dönüşüm işi de maalesef siyasi bir tartışma konusu uzun zamandır.
Bu konuyu hukuku devre dışı bırakmadan çözecek bir formül bulmamız gerek.
Fakat bazı meseleleri de keyfiyete bırakmadan çözecek yasal düzenlemeleri yapmalıyız.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2019’dan bu yana risk tespit çalışması yapmak için 107 bin 77 binaya gitti.
2022 sonuna kadar tespit için izin veren bina sayısı sadece 29 bin 700.
Yani bina sahiplerinin yaklaşık yüzde 73’ü hızlı tarama yapılmasına izin vermedi. Bu kabul edilebilir bir durum değil.
Kontrol izni vermeyen binalardan biri beklenen depremde yola doğru çökse ve trafiği kapatsa belki yüzlerce insanın hayatını tehlikeye atmış olacak.
Risk tespit çalışmasında binalara girmek için mülk sahiplerinin izni meselesi yasal olarak çözülmeli.
Çok sert değil mi? Evet, çok sert ama yapılan hızlı taramada çıkan sonuçlar daha sert:
318 bina durduğu yerde çökebilecek kadar çürük çıkmış, bin 525 bina da yüksek risk içeren bina olarak kayıtlara geçmiş.
İnsanların maddi güçleri olmadığı için binalarını kontrol ettirmeye korktuklarının farkındayım.
Buna karşın, şu anda el atılmayan her bina beklenen depremde tüm bir sokak ve bazı yerlerde mahalle için risk faktörü.
Abartma diyenler çıkacaktır, kilometrekareye düşen nüfus Güngören’de 41 bin 348, Gaziosmanpaşa’da 40 bin 996, Bahçelievler’de 35 bin 944, Bağcılar’da 32 bin 396.
Kontrole izin vermeyen ve hasar alacak bir binanın yol açacağı etkiyi bu rakamlara bakarak hesaplamak lazım.
Tarım Bakanlığı’nın köy nüfusu yüzde 6’ya gerilemiş bir ülkede Anadolu’ya dönüşü özendirecek formüller üretmesi şart.
Olağanüstü dönemler, olağanüstü önlemler almayı gerektirir cümlesini slogan olmaktan çıkarma zamanı geçti bile.
İstanbul’un tahliye planlarını değiştirmek gerekecek
AFAD’ın beklenen Marmara depremi için hazırladığı bir tahliye planı var. Buna göre İstanbul’dan tahliyeler Balıkesir, Eskişehir, Ankara, Manisa, İzmir, Afyonkarahisar, Konya, Antalya, Denizli, Samsun ve Kayseri’ye olacak. Bu iller yeterli gelmezse Adana, Gaziantep, Malatya, Trabzon, Diyarbakır, Erzurum ve Erzincan devreye girecek. Yaşadığımız ikiz felaket sırasında 2. destek olarak belirlenen kimi iller, ağır hasar aldı.
Bu da İstanbul’un tahliye planlarının değiştirilmesi gerektiği anlamına geliyor.
Tahliye planlarında Trakya’nın olmamasının sebebi tahminen depremin bölgede etkileyeceği diğer iller için kullanılacak olmasıdır ama bu ikiz depremlerin ardından işin rengi değişti. AFAD’ın gelecek bir yıl için bu planları revize etme imkânı olmayabilir ama İstanbul’un tahliye planının değişmesi şart.
İstanbul’u bekleyen diğer tehlike
Beklenen Marmara depremi senaryolarında ayakta kalacak binada yaşamak sorunları çözmüyor.
Simülasyona göre, depremin ardından İstanbul’da bin 900 yangın bekleniyor.
Hiçbir şehrin itfaiye teşkilatı aynı anda bu kadar yangınla mücadele edemez.
İstanbul’da toplam 125 itfaiye istasyonu var, personeli, itfaiye aracını geçtim, bu kadar yangını söndürecek su-köpük-kimyasal maddeyi bulmak bile çok zor olacak.
Yüksek gerilim hatlarının geçtiği yerlerin 100-200 metre yakınında benzin istasyonları olan bir şehirde, beklenen büyük deprem kadar, çıkacak yangınları da hesaba katmalı ve ona göre hazırlık yapmalıyız.
Bu hazırlık da binlerce itfaiye aracı almaktan değil, çıkacak yangın sayısını minimize etmekten geçiyor.
Japonlar bizden daha namuslu değil yazınca...
Birbirimizi sevmediğimizi zaten biliyordum ama ülke insanımızdan bu kadar nefret ettiğimizi bilmiyordum.
Dün Japonlar bizden daha namuslu diye onlarca mail geldi, sosyal medyada dalga geçenler de oldu.
Namus doğuştan gelen bir özellik değil, iyi eğitimle, toplumun ahlak normlarıyla kazanılan bir kavram.
Bu köşede aylardır ahlak derslerini din derslerinden ayırmamız lazım diye bas bas bağırıyorum. Bir adım ötesi, toplum da namusu beden-cinsellik değil, dürüstlük üzerinden kavradığı gün rahata ereceğiz.