Zannedilir ki, kutup yıldızı sadece zifiri karanlıkta yolunu kaybedenler için hayat kurtarıcıdır.
Eğer böyle düşünüyorsanız, Güneri Cıvaoğlu’nu hiç tanımamışsınızdır demektir.
Güneri Cıvaoğlu, engin tecrübesi, zarafeti ve bitmeyen gazetecilik aşkıyla hayatın yapay ışıkları arasında doğru yolu gösteren kutup yıldızıydı. Sadece hedefe varmak yerine yoldan yani yaşamdan keyif almak gerektiğini de öğreten adamdı. Yaşama ve mesleğine aşık bir büyük ustanın son dönemini, bir çınarın beklenen sona doğru giderkenki vakar duruşunu anlatacağım size:
7 Eylül tarihli mesaj
Hikayelere ortadan başlayıp, başa dönmek sadece televizyon dizilerinin senaryolarında yaşanan bir durum değil.
Güneri Cıvaoğlu adı, 1994 senesinde, ATV için çektiği Nazım Hikmet belgeselinde, Nazım’ın son eşi Vera’yla yaptığı röportajda kazınmıştı kafama.
Güneş gazetesini çıkarırken gazetecilerin yaşam standartlarını yükselten adam olduğunu çok sonra öğrenmiştim.
İlk 2002’de el sıkışmış, tanışmıştık, şimdi 2024’ün son günleri yaklaşırken, kutup yıldızımın ardından yazarken, aklımda halen Vera ile söyleşisi var.
Çok uzatmayacağım, Milliyet Genel Yayın Yönetmenliği görevinin en keyifli yanlarından birisi de Güneri Ağabey ile sohbet edebilmekti.
Aile büyüğüm İsmail Cem yakın arkadaşı olduğu için hem geçmiş hem de bugüne dair çok şey konuşurduk Güneri Ağabey’le.
Her buluşmamızda her telefon konuşmamızda sağlığından da söz ederdik.
Karar vermiştik, uzun zamandır uğraştığı hastalığını yenecek, 2025’te Şeffaf Oda’yı tekrar yapmaya başlayacak, konuklarını da ben ayarlayacaktım.
Kanserle mücadele eden bir duayene öylesine verilmiş bir söz olarak düşünmeyin lütfen bunu.
28 Şubat’ta, beynine pıhtı atan babam operasyonda olduğu sırada Haseki Hastanesi’nin kalabalık koridorlarında yanımda duruyordu.
“Hastanede mikrop alabilirsiniz gelmeyin” dediğim, geldiğinde, “Siz yukarı çıkmayın ben aşağıya ineyim” dediğimde, dinlemeyen ağabey, bir usta, bir kutup yıldızıydı o. Hayatı seven ve zorlukları birlikte kucaklamayı bilen bir yaşam duayeniydi.
Mesleğe dair her anısından dersler çıkarırdım ama verdiği en önemli dersi yaşamı ıskalamamak adınaydı..
7 Eylül’de sonun başlangıcı sayabileceğim mesaj geldi Güneri Ağabey’den:
Mesajda, son bir deneysel tedavi uygulanacağı, doktorunun bundan da bir sonuç alamazsa artık yapacak bir şeyinin kalmadığını söylediği yazıyordu.
Sadece bunları değil, tedavi işe yaramazsa bir ay içerisinde hayatını kaybedebileceğini, hukuki aile içi işlemleri başlatabileceğini de söyletmişti doktoru. “Enseyi karartmıyorum” diye bitirmişti o mesajını, hiç karartmadı zaten…
Son bir yıldır cep telefonumda Güneri Ağabey’in pet çekilme tarihlerini not almışım. Pet çekilir, ertesi gün doktor yorumu da geldikten sonra hemen arardım. Deneysel tedavi başladıktan sonra da aynı şeyi yaptım. “Mucize gibi Özay” demişti, “Hepimiz için mucizeler yaratan Güneri Cıvaoğlu bu kez kendi için mucize yaratıyor” diye cevaplamıştım onu. Bir hafta sonra ikinci doz ilacı aldı ardından pet çekildi. Bu kez aramadım, o da aramadı.
Kötü haberi almak istemedim, son 10 gündür elim her telefona gittiğinde ne diyeceğim ki deyip vazgeçtim.
Dün sabah vefat haberi geldiğinde saat 07.00 bile değildi.
Bilerek ve isteyerek vedalaşmadım Güneri Ağabey’le, iyi ki böyle yaptım diyorum hâlâ, iyi ki telefonumdaki son mesajı “Bir köyün omertası” başlığına dair kutlaması olarak kaldı...
Beyin kanaması meselesi...
Güneri Ağabey’e dair telefonumdaki mesajlardan birisi beyin kanaması meselesi.
Meseleyi kişiselleştirmek adına değil ama Türkiye’de insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu anlatmak adına mutlaka söz etmem gerekiyor.
Evet, Güneri Ağabey, kanserle mücadele ediyor ve çok da iyi gidiyordu. Dedim ya, yaşamayı hiç unutmayan bir ustaydı o, haziran başında dostlarıyla bir yemekte buluşmak için gittiği restoranda tırabzan bitmesine rağmen devam eden merdivenin basamağına takılmış ve düşüp, kafasını vurmuştu.
Beyninde ince bir kanama başladı.12 Temmuz’da ameliyat oldu. Yoğun bakımdan yazdığı mesajda hem sağlık durumunu hem de Kıbrıs yazı dizimize dair fikirlerini paylaşmıştı. 27 Temmuz’da tekrar yazdı, başyazarımız, kutup yıldızımız geri döndü diye çok sevindik.
Tatsız haber dedim ya, ağustos sonunda beyin kanaması tekrar başladı, kan sulandırıcı dozunu azaltsa ya da kesse beynine pıhtı atma ihtimali vardı, kesmese beynin etrafında tekrar kan birikmesi ihtimali söz konusuydu.
Bu detayları yazmamın sebebini anlatmazsam olmaz, bir yanım halen çok öfkeli bu yaşanana...
Güneri Ağabey’in eline kan sulandırıcı ilacını aldığında yaşadığı kararsızlığı düşündükçe büyüyor öfkem...
Son görev olmayacak...
Yarın son yolculuğuna uğurlayacağız Güneri Ağabey’imizi ama bu ona son görevimiz olmayacak.
Genç kardeşlerimize bu dünyadan geçen, hepimize hayatın renklerini ıskalamamayı öğreten bir duayeni mutlaka anlatacağız.
Nasıl yapacaksınız diyenler çıkacaktır, bu sene bir diğer duayenimiz Sami Kohen’i, Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenleyeceğimiz dış politika başlıklı Sami Kohen sohbetleriyle anıyoruz. Güneri Ağabey için de ona en yakışan, onu, fikirlerini, gazetecilik mesleğini nasıl değiştirdiğini en iyi anlatacak etkinlikleri düzenlemek bir borç bize...
Türkiye, bir büyük gazeteciyi,bir yaşam ustasını, şehrin kutup yıldızını kaybetti...
Acıyı, içinde duyduğun boşluğu tarif et deseniz, zorlanırım, yapamam...