2021’de Çin’de yaşanan büyük seller,
2022’de Bulgaristan’ın Karlıova şehrinde yaşanan sel felaketi,
Yine 2022’de ABD’nin güneydoğusunu ve Karayipleri vuran Ian Kasırgası...
Bu saydığım doğal afetler, sosyal medyada HAARP ile ilişkilendirilmiş olan afetlerden sadece bazıları.
HAARP’ın açılımı “High-frequency Active Auoral Research Program”, Türkçesi, Yüksek Frekanslı Etkin Kutup Işıkları Araştırma Programı. 1990’da ABD Ordusu tarafından başlatılmış ve 2014’te Alaska Fairbanks Üniversitesi Jeofizik Enstitüsü’ne devredilmiş bir program sözünü ettiğimiz.
Alaska’da kurulu büyük vericinin temel amacı, dünya atmosferinin uzayla buluştuğu alan olan iyonesferi incelemek.
İncelenen şey, iyonesferde yaşanan doğal olayların askeri ve sivil iletişimle, navigasyon sistemlerine etkisi.
Bunu nasıl yapıyorlar derseniz, yüksek frekanslı radyo vericileriyle iyonesferin küçük bir bölümü ısıtılıyor.
Peki bu deprem değilse de sel ve benzeri meteorolojik değişimlere neden olur mu diye düşünebiliriz.
ABD’li bilim insanları HAARP’ın gönderdiği frekans aralığındaki radyo sinyallerinin, dünyadaki hava koşullarını oluşturan atmosferin iki katmanında yutulmadığını söylüyorlar.
Gelelim uzaydan yer yüzüne atılan titanyum çubuklarla deprem üretme meselesine...
ABD 1950’li yıllarda “Kinetik Bombardıman” başlığı altında bir çalışma yapmadı değil.
Deprem değil bir hedefi yok etme mantığıyla kurgulanan sisteme Thor Projesi adı verilmişti.
Sistemin fikir babası sonradan bilim kurgu yazarı olan Jerry Pournelle, tungten çubuklarıyla yörüngeden hedef alınan noktalara kinetik bombardıman yapılabileceği fikrindeydi.
Bu proje deneme aşamasına bile gelmedi zira okların azami sürate ulaşması için gereken dik açı projeyi çok dar bir alana sıkıştırdı ve gereken uzay aracı sayısı, uzayda yakıt ikmali gibi zorluklar nedeniyle hep kağıt üzerinde kaldı.
Türkiye’de ortaya atılan “titanyum çubuk” hikayesi komik zira titanyumun atmosferde sürtünmeyle erişeceği sıcaklıkla erime sıcaklığı arasındaki ilişki sorunlu.
Yine de bu komplo teorisine inanmak isteyenler, Call of Duty Ghosts isimli bir bilgisayar oyunundan faydalanabilirler.
O oyunda “Kinetik Bombardıman” var ama çubuklarla deprem yaratma yok. Oyunu kurgulayan senaristlerin hayal gücü bizim topraklarda gelişen hayal gücü kadar iyi değil belli ki...
Yine de şuraya bir soru bırakayım: Elinde depremler ya da meteorolojik felaketler yaratma gücü olsaydı ABD, Ukrayna’ya 20 milyar dolardan daha fazla askeri ekipman yollayıp, Çin ile mücadele edebilmek adına 6. nesil savaş uçağı üretimine başlar mıydı?
İnsan dediğimiz canlı başa çıkamadığı acılara alışır bir süre sonra ve sonra kendi başına gelecek felaket senaryosuna odaklanır. Deprem bölgesinden ilgimiz beklenen Marmara depremine kaydı. Elbette İstanbul’u da düşüneceğiz ama ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyerek değil. Çocuğunu, anasını-babasını, evini, barkını yitirmiş insanların yaşayan ölüye dönen hallerini unutmadan, o bölgeden elimizi çekmeden İstanbul’u konuşmamız gerekiyor...
***
Komplo teorilerini bir kenara bırakıp, daha somut şeyler konuşalım:
Beklenen Marmara depreminin ardından hepimiz bulunduğumuz yerden sokağa atmaya çalışacağımız kendimizi.
O panik anında içeriye doğru açılan bina kapıları büyük sorun olacak.
Sadece deprem değil, yangın da dahil bir sürü afet sırasında dışarıya doğru açılan sokak kapıları tahliyeyi kolaylaştırır.
Kaçımızın oturduğu binada sokak kapısı dışarıya doğru açılıyor acaba?
Beklenen deprem illa gece olacak diye bir kural yok.
Çalıştığımız iş yerlerinde yangın merdivenleri kitli mi açık mı, dışarı çıkmak için aşmamız gereken turnikeler ya da döner kapıların bir alternatifi var mı acaba?
Bir başka önemli soruya daha geçelim.
Beklenen Marmara depremi olduğunda İGDAŞ, deprem dalgaları İstanbul’u vurmadan 10 saniye önce şehre doğalgaz akışını otomatik olarak kesecek. Fakat deprem esnasında şehrin içerisindeki binlerce kilometre uzunluğundaki borularda kalan gaz hepimiz için yangın, patlama, zehirlenme gibi tehlikeler oluşturacak.
Deprem anında binaya doğalgaz girişini otomatik olarak kesecek sistem kaç binada var acaba?
Hiç kimsenin merak etmediği bir başka mesele, sayıları binlerle ifade edilen çok katlı binalarda depreme asansörde yakalanma ihtimali.
Birinci ve ikinci deprem kuşağında yer alan, 8 ve daha fazla katlı binalarda, deprem anında asansörü en yakın katta durduracak deprem algılama sisteminin olması şart.
Yapı yüksekliği 51,5 metre yani kaba bir hesapla 17 kat ve üzeri binalarda acil durum asansörleri olması gerekiyor.
Gerçeklerle biraz daha yüzleşelim, “Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmelik” 2007’de son şeklini aldı, öncesinde ruhsatlandırılmış binalarda deprem sensörü yok.
Tüm bunlar neyi gösteriyor derseniz, her binanın beklenen depreme dair alabileceği, alması gereken önlemler var.
Peki kaç binanın kat malikleri toplantısında depreme hazırlık diye bir gündem maddesi vardı acaba?
Son iki haftadır herkes depremi konuşuyor ama depremin ardından yaşanacak ikincil felaketlere hiç bakmıyoruz nedense. İstanbul’da çıkacak irili-ufaklı yangın sayısı bin 900.
***
Gelelim deprem senaryolarına:
Senaryolara göre beklenen Marmara depreminde sadece İstanbul’da 91 bin bina çok ağır ve ağır hasar alacak.
Yetmez ama her enkaza bir ekip koymaya kalksak, bu minimum 6 kişiden 546 bin arama-kurtarma uzmanına ihtiyaç duyacağımız anlamına geliyor. Üstelik bu sadece İstanbul için geçerli olan rakam.
Fayın tehdit ettiği diğer illeri ve arama-kurtarma ekiplerinin çoğunun İstanbul merkezli olduğunu ve onların da ilk saatlerde kendi dertleriyle uğraşmaktan toplanamayacağını düşünürsek tablo daha da vahim hale geliyor.
Bina stoğumuzu depreme dayanıklı hale getirmede yeterince hızlı olamadığımıza göre afet sonrası için de hazırlık yapmamız ve en çok ihtiyaç duyulan şey olan arama-kurtarma uzmanı sayımızı artırmamız gerek.
Başta bedelli askerlik yapanlar olmak üzere Silahlı Kuvvetler iyi bir alternatif olabilir.
Kimse 30 günde gerçek bir asker olamaz ama sıkı bir eğitimle 30 günde arama-kurtarma konusunda en azından fikri olan, ilk yardım bilen insanlar yetiştirebiliriz.
1999 depreminin ardından çıkan bedelli askerlik uygulamasında 28 gün temel eğitim verildi. O günden başlarak bedelli askerlik yapanlara bu eğitimi vermiş olsaydık, şu an bir eksikten söz ediyor olmazdık.
Elbette sadece eğitim yetmez, bu insanların ihtiyaç duyacakları arama-kurtarma ekipmanlarını sağlamak gerek.
Doğru, yine İstanbul’daki askeri birliklerde bu ekipman depolanabilirdi.
Aslında tüm bunlar afet sonrasına hazırlık, doğrusu 91 bin olan çok ağır ve ağır hasarlı bina sayısını azaltmak ama biliyoruz ki bu çok mümkün değil, o zaman afet sonrası için çalışmaktan başka çaremiz kalmıyor.
***
Şu sıralar binalarımızı kontrol ettirmek ve karot örneği aldırmak için uğraşıp duruyoruz.
Önce bir noktanın altını kalın kalın çizmek lazım.
Bir bina depremde sadece yanlış-eksik uygulama yüzünden değil hatalı projeden dolayı da yıkılabilir, proje - yapım aşaması ne kadar sağlıklı olursa olsun zemin sıvılaşmasından dolayı da insanlara mezar olabilir.
Eğer binamızla ilgili doğru sonuçlara ulaşmak istiyorsak, mimari ve statik çizimlere ulaşmamız, yapının geoteknik zemin etüdünü bulmamız şart. Tüm bunlara kaçımız sahibiz acaba?
Doğru olan yol maliyetli, önce tüm bu evraklara sahip olmamız ardından güçlendirme tasarım/uygulaması şirketlerine ulaşmamız, ondan gelecek rapora göre de bir müteahhit firmaya gidip güçlendirme yaptırmamız gerek.
Daha çivi çakmadan onbinlerce liralık masraf demek bu ama hayatta kalacaksak doğru yolu izlememiz şart.
***
Beklenen Marmara depremi olacak, bir umutla yok olmayacak, o kadar da büyük olmayacak diyen uzmanlar bulmaya çalışıyoruz ama bilim bize tüm çıplaklığıyla duymak istemediğimizi söylüyor.
Devlet bizi kurtaracak formül bulsun demek bizi yaşatmaya yetmeyecek.
Kaliforniya’daki 1200 kilometre uzunluğundaki San Andreas fayında da deprem bekleniyor ve ABD bile herkesin hayatını kurtaracak sihirli bir formüle sahip değil. Buna karşın ABD’de binaların yönetmeliklere göre inşaa edilmesi süreci çok ciddi bir biçimde denetleniyor.
Kolon kesme meselesiyle bitireyim...
Kolon kesmek bizim memleketimizde suç değil. Ancak deprem olur, depremde bina çöker ve binanın çökme nedeninin kolon kesmek olduğu yüzde 100 ispatlanırsa kolon kesenlere ağır cezalar veriliyor.
Allah aşkına ben öldükten sonra verilecek cezanın ne anlamı var, siyaset bu kolon kesme işini en azından kimsenin cesaret edemeyeceği kadar ağır ceza haline getirse olmaz mı?