Dünya üzerinde şu an en nefret edilen kelime nedir diye bir araştırma yapılsa, “mutasyon” açık ara birinci gelir.
Oysa mutasyon bazen çok işe yarayabilir.
Doğu Asya’da yaz aylarında görülen mutasyonun ardından koronavirüs vakalarının çok daha hafif seyrettiği ülkeler olmuştu.
İngiltere’de tespit edilen mutasyon koronavirüsün spike proteininde iki amino asidin eksik olduğunu gösteriyor.
Moleküler biyolojide “silinme” denilen bir etkinin sonucu bu.
Tüm dünya “Bu mutasyon aşıları etkisiz hale getirir mi?” diye soruyor ya, Avrupa medyasında yer alan uzman görüşlerinin tamamı aynı şeyi söylüyor: “Bu mutasyon aşıları etkisiz hale getirmez.”
Neden sorusunun cevabı şu: “Geliştirilen aşıların tümü, koronavirüs spike proteinine dair bilgileri, mutasyona rağmen bağışıklık sistemimizi uyaracak şekilde kodlamak üzere tasarlandı.”
Bir domatesin yetişmesi için 12.5 litre su harcanıyor.
Bir portakal için 53, bir elma için 68 litre su tüketiliyor.
Bir avokado üretimi için harcanan su miktarı farklı kaynaklara göre 227 ile 270 litre arasında.
Türkiye’de Antalya’dan başlayıp Mersin’e kadar uzanan alanda giderek artan bir üretimi var avokadonun.
Evet, ihraç ürünü olduğu doğru ama 2019’da avokado ihracatımız bir milyon dolardan sadece biraz fazla.
Avokado üretmeyelim, dertler bitsin demek değil bu.
Tek bir tavuk yumurtası için 200, bir bardak çay için 28, bir fincan kahve için de 140 litre suya ihtiyacımız var.
Ürünlerin maliyetini sadece tohum, gübre, emek olarak hesap edemeyeceğimiz, mutlaka suyu da dikkate almamız gereken bir dönemde yaşıyoruz.
Türk malı bir dezenfektan paniği yaşanıyor Avrupa’da. Danimarka’da başlayan çalışmadan sonra 140 bin litre dezenfektana el koydu AB Yolsuzlukla Mücadele Ofisi. Tehlikeli seviyede metanol içeren dezenfektanlar körlüğe bile yol açabilir diyorlar.
İnsan merak ediyor, bu dezenfektan Türkiye’de, iç piyasada da satıldı mı? Geçen ağustostan bu yana birileri bakmıştır, satıldıysa toplatma kararı almıştır diye ummak istiyor insan. Fakat başka veriler soruları sormayı gerektiriyor:
Mesela, Alman otomotiv devi VW, emisyon sahtekarlığı yüzünden, ABD’den Avrupa’ya, oradan Avustralya’ya kadar milyarlarca euro tazminat ödedi. Türkiye’de en çok satılan ithal otomobil ama bir euro bile ödemedi. Neden?
Bayer, istenmeyen otları yok eden ilacı kansere neden olduğu gerekçesiyle yüz milyonlarca dolar ödeyerek ABD’de davacılarla anlaştı. Çeşitli Avrupa ülkelerinde açılan davalar devam ediyor. Bu ilacın en fazla kullanıldığı ülkelerden biri olan Türkiye’de açılmış tek bir dava bile yok henüz. Acaba niye?
Fuhu
Ehven-i şer, yani “Kötünün iyisi” lafını bu topraklarda kullandığı bilinen ilk kişi Halide Edip Adıvar’dır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD mandasını bu sözle savunmuştur Halide Edip.
Pazartesi akşamı Washington’dan gelen “Türkiye’ye yaptırım” haberi de tam bir ehven-i şer, yani kötünün iyisi durumu aslında.
“Kötü” diye tanımlanacak iki nokta var.
Birincisi, ABD sadece kendisinin kabul ettiği, uluslararası hukukta yeri olmayan bir yasayı bize ve tüm dünyaya dayatıyor.
İkincisi, “Türkiye’nin meseleyi müzakere edelim” çağrılarını duymazdan geldi.
Dolayısıyla, Türkiye yaptırımlara tepki göstermekte ve karşılıklılık ilkesini işleteceğini söylemekte sonuna kadar haklı.
“İyisi” diye tanımlayabile-ceğimiz kısma gelince...
İstanbul’un su konusunda imdadına yetişen yerlerden biri de Istranca.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde başladı su getirme işi, halen devam ediyor.
Şimdi bir kalker ve dolomit ocağı kapasite artışı için Istranca Ormanları’nda 144 bin 871 ağacı kesmek istiyor.
Ne dünyada ne de Türkiye’de rezerv problemi olmayan madenler için bu kadar ağaç kesilirse ne olacak?
“Çin malı”, “Çin pazarı” denilince ucuz ama kalitesiz ürünler gelir çoğu kişinin aklına.
Koronavirüse karşı Türkiye’de uygulanacak “Çin aşısı” için de benzer bir hava dolaşıyor ortalıkta.
İlk başta koronavirüsün kaynağı olarak damgalanan yarasa çorbası nasıl Çin mutfağında yer almıyorsa, Çin malları konusunda da fena halde eksik bilgilerimiz.
Çin yönetimi son yıllarda dünyanın fason üretim üssü olma fikrinden vazgeçip, kendi global markalarını yaratma politikasını benimsedi.
Sonuçta dünyanın en değerli 500 markası listesi içerisindeki Çinli şirketlerin sayısı arttı.
Toplam 6 trilyon dolar değer biçilen bu 500 markalık listedeki Çin şirketlerinin değeri 1 trilyon doları aştı.
Bankacılık sektöründe en değerli markalar listesinde ilk 10’a girebilen iki marka da Çin markası.
Sigortacılıktan teknolojiye ve yazılım sektörüne kadar bir sürü alanda Çin global markalar yaratmayı başardı.
Kasımpaşa’da Oya Kayacık kim diye sorsanız herkes bilmez ama Oya Abla derseniz herkes tanır.
Oya Kayacık, Robert Kolej mezunu, konakta büyüyen, Suna Koç’un sınıf arkadaşı, yokluk nedir bilmeden büyümüş birisi.
Oya Abla, Kasımpaşa Çocuk Yuvası’na tüm hayatını, 60 yılını adamış, tiyatroya gittiği bir gece, bazı çocuklar patatesten zehirlenince, geceleri de yurtta kalmaya başlayacak kadar fedakâr bir kadın.
Oya Kayacık hiç evlenmedi, çocuğu yok.
"Ne Rahmaninov ne de Kızıl Ordu, tek bir plak bile bulamadım, her yerde İbrahim Tatlıses kasetleri var.”
1994 yılıydı, Bakü’de, Sovyet dönemine dair arayıp da bulamadıklarım için söyleniyordum durmadan.
Tek Türkiye kanalı TRT 1’de, Ferhunde Hanımlar’ı seyredip, Yakup Kadri’nin Yaban’ını okuyup, ardından uzun yürüyüşlere çıkarak geçiyordu günler.
İstanbul’a telefon açmak demek 6 saat beklemek demekti, musluktan akan suyu ancak kaynattıktan sonra içebiliyorduk.
Yürüyüşlerim, şehitliğin arkasında, Abşaron Yarımada’sını gören geniş taraçada bitiyordu genellikle.
Karanfil bırakılmış mezarların başında ağlayanların yanından geçip, manzara seyreden âşıkların olduğu yere varıyordum.
Ölüm acısı ve aşk birbirine bu nasıl bu kadar yakın durabilir diye bilmiş sorular üretiyordum.
O yolu 2003 yılında bir kez daha yürüdüm.