Küresel krizin aşılmakta olduğunu müjdeleyen haber ve yorumlar yağmur gibi yağmaya başladı son günlerde. Krizi tetikleyen ülke olan ABD’den başlayarak, resesyonun, yani ekonomik küçülme sürecinin sonuna gelindiğini müjdeleyen haberler birbirini izliyor, en umutsuz olanlara bile umut aşılayacak değerlendirmeler yapılıyor.
Küresel finans sisteminin çöküşünü önlemek için trilyonlarca dolarlık kamu kaynağı kullanıldı, küresel kapitalizmin kesintiye uğraması da yoğun devlet müdahalesiyle önlendi. Ortada bir başarı varsa bu, “piyasa halleder” efsanesine boş verip devletin ekonomiye yoğun müdahalesini gerçekleştirenlerin başarısı. Devletin ekonomiye müdahalesini “asıl sorun” olarak gören eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın savunduğu anlayışın adeta tanrılaştırdığı “piyasa”nın yarattığı kriz devletin çok boyutlu müdahalesiyle önlenebildi.
Bu yolda en yoğun çaba harcayanlardan biri, Büyük Depresyon’u bir akademisyen olarak incelemiş olan Ben Bernanke oldu. Halen ABD Merkez Bankası’nın (Federal Rezerv Bankası) Başkanı olan Bernanke, devasa boyutlardaki kurtarma operasyonunda kilit rol oynamaya devam ediyor. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet de finansal sistemdeki çöküşü önleme operasyonunun Avrupa ayağını yönetiyor.
10 trilyon dolar destek
Merkez bankalarının çabaları genişlemeci maliye politikalarıyla da desteklendi. IMF’nin temmuz sonunda yayınlanan “Kamu Maliyesi’nin Durumu” değerlendirmesinde yer alan verilere göre G - 20 Grubu içinde yer alan zengin - gelişmiş ülkeler, finans piyasasının tetiklediği krizin sistemik bir çöküşe yol açmaması için 10 trilyon doları aşan taahhütlerde bulundu ve garantiler verdi. Buna karşılık G - 20 Grubu içinde yer alan ‘Yükselen Pazar’ konumundaki ülkelerin taahhütleri 2 trilyon doları bile bulmadı.
Şimdi Asya’dan ABD’ye ve kısmen de Avrupa’ya yayılma eğilimindeki krizden çıkış işaretleri devletlerin ve merkez bankalarının benzeri görülmemiş müdahalelerinin sonucu.
Devletin yoğun müdahalesi sayesinde yeşeren umutların kalıcı büyümeye dönüşmesi ise özel sektörün ve piyasaların, krizin gerçekten aşıldığına inanarak bayrağı devletten devralmalarına bağlı.
Şenliğin sırası mı?
Ne var ki sistemi krize sürükleyen hastalıklı yapı olduğu gibi duruyor ve işsizlik sorunu aşılamıyor. Bu koşullarda, zengin - gelişmiş ülkelerde geniş kesimin reel gelirinde ciddi artışlar yaşanması ve bunun iç talebi kamçılaması da zor görünüyor.
Bütün bunların sonucunda, ABD Merkez Bankası’nın son açıklamasında da vurgulandığı gibi, resesyondan çıkış sürecinde kamu desteğinin sürmesi gerekli hale geliyor. Bu süreçte kamu kesimi borcunun taşınamaz boyutlara doğru tırmanması ise geleceğe dönük kaygıları gündeme getiriyor ve “krizi aşıyoruz” sevincine gölge düşürüyor.
Avrupa’da yeşeren umutlar
ABD’den sonra Avrupa’da da ekonominin dipten döndüğünü gösteren veriler daha sık belirmeye başladı. ABD’de olduğu gibi Avrupa’da da bir süre daha çelişkili verilerin açıklanması beklenebilir. Banka sisteminden yansıyacak sorunlar bir anda yeni bir güven krizine yol açabilir ama Eurostat’ın son açıkladığı veriler şu an için biraz daha iyimser olma olanağını veriyor bize.
Yılın her çeyreğindeki büyümeyi bir önceki çeyrekle karşılaştıran bu verilere göre Avrupa’nın iki büyük ülkesinde, Almanya ve Fransa’da bu yılın ikinci çeyreğinde ekonomideki küçülmenin durduğu, hatta % 0.3’lük bir büyüme kaydedildiği görülüyor. Her iki ekonomide, daha önceki üç çeyrekte de küçülme yaşanmıştı.
2009’un ikinci çeyreğinde küçülmeden büyümeye geçen diğer Avrupa ülkeleri Portekiz ve Yunanistan. İngiltere ve İtalya gibi Avrupa’nın diğer büyük ülkelerinde ise ekonomideki küçülmenin ciddi boyutta azalmakla birlikte sürdüğü görülüyor. Avrupa Birliği’ne (AB) bir bütün olarak bakıldığında da ekonomideki küçülmenin yılın ikinci çeyreğinde de sürdüğü, ancak yılın ilk çeyreğinde % 2.4 olan küçülmenin % 0.3’e gerilediği anlaşılıyor.
Not: Yazılarıma bir süre ara veriyorum. Eylül’de görüşmek umuduyla...