ABD’de başlayan finansal krizin yaygın bir paniğe dönüşerek küresel finansal sistemi uçurumun kenarına getirmesinde, yaratılan güven bunalımının büyük rolü oldu. ABD yönetimi önce krizi hafife alarak ve etkilerinin sınırlı olacağını söyleyerek durumu kurtarmaya çalıştı ve alınması gereken önlemleri geciktirdi. Bu yüzden olayın kontrolünü elinden kaçırdı.
ABD’de yaşananların gösterdiği gibi, olayı hafife alarak moralleri bozmamaya çalışmak ve gelişmelerin gerisinde kalmak hiçbir yarar sağlamıyor, tersine güven kaybına yol açıyor. Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) yönetiminin şu ana kadar sergilemiş olduğu davranış biçimi bu gerçeğin pek farkında olunmadığını düşündürüyor.
Türkiye’nin gerçekleri
Bu noktada sağlıklı bir yaklaşım sergilemek için önce şu gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor:
- Türkiye ekonomisindeki yavaşlama ivme kazanmış görünüyor. Goldman Sachs 2009 için büyüme hızı tahminini % 3’ten % 1.7’ye çekmiş durumda.
- Son günlerde yoğunlaşan Hedge Fon satışlarının da etkisiyle Türkiye’den sermaye çıkışlarının arttığı ve kur üzerinde baskı yarattığı görülüyor.
- Kurdaki sıçramanın ülkemizde güven bunalımının tetikleyicisi olduğu bir sır değil.
- Tasarruf sahiplerinde şu ana kadar ani ve fevri davranışlar görülmedi ama bir noktada bunun olmayacağını kimse garanti edemez.
- Küresel sistemdeki kilitlenmenin etkisiyle bizim bankalarımızın da dış kaynak bulmada zorlanacağı ve bu nedenle içerideki kredilerini sınırlamak isteyeceği bir döneme girmiş bulunmaktayız. Bu durum bankalarla müşterileri arasında bir güven bunalımı ortamı yaratabilir.
- Avrupa’nın da resesyon ortamına girmesiyle birlikte dış pazarlarda hissedilecek talep düşüşünün ihracatçı firmaları olumsuz etkilemesi olası.
- Bu koşullarda hem talep düşüşü hem de finansman zorluğu yaşayacak olan firmaların ve sektörlerin destek talepleriyle hükümetin kapısına dayanmaları olası.
Böylesine kritik bir dönemeçte güven bunalımının yaygınlaşmaması için hükümetin gerçekleri ve olası riskleri ortaya koyarak bütün tarafları zararı asgariye indirecek çözümler etrafında buluşturması gerekir. Bunun tersini yapmak güven bunalımını ağırlaştırır.
Finansal sistemdeki çöküş reel ekonomiyi sarsarken cevabı aranan soru
Küresel ekonomiyi kim kurtaracak?
ABD’den dünyaya yayılan ve küresel finans sistemini temelinden sarsan kasırganın yıkıcı etkileri sürerken borsaları çökerten krizin reel ekonomide yapacağı tahribatın ürkütücü boyutları da ortaya çıkmaya başladı. ABD bu konuda da başı çekiyor ve açıklanan her yeni veri ABD ekonomisinin ciddi bir resesyona sürüklenmekte olduğunu gösteriyor. Geçen hafta içinde açıklanan veriler 10 trilyon dolara yaklaşan tüketim harcamasıyla dünya ekonomisini ayakta tutan Amerikalı tüketicinin artık havlu attığını gösterdi, tüketim harcamaları yıllardan beri ilk kez üç ay üst üste düşüş kaydetti. Daha sonra açıklanan tüketici güven endeksi verileri tüketici güveninin tarihteki en düşük düzeyine indiğini gösterirken sanayi üretiminin de 1991’den bu yana en büyük düşüşü kaydedildi. Krizi tetikleyen konut sektöründe de yeni inşaat izinlerinin son 26 yılın en düşük düzeyine indiği görüldü.
Bu koşullar altında ABD’nin resesyona girip girmeyeceğini tartışmanın fazla bir anlamı kalmadı. Şimdi ABD ekonomisindeki küçülmenin derinliği ve süresi tartışılıyor. ABD ekonomisinin bu yılın üçüncü çeyreğinde başlayıp üç ya da dört çeyrek sürecek bir küçülme dönemi yaşayacağı tahmini öne çıkıyor.
Küresel resesyon mu?
ABD’den sonra 9 trilyon dolara yaklaşan tüketim gücüyle dünyanın en büyük ikinci pazarını oluşturan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de ekonomik yavaşlama hatta küçülme sinyalleri giderek güçleniyor. Avrupa pazarında çok büyük ağırlık taşıyan Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde resesyonun kaçınılmaz olduğu anlaşılıyor. Konut balonunun patladığı İspanya’da da ekonomi hızla daralıyor. Avrupa’nın “büyüme şampiyonu” İrlanda bile resesyona sürüklenirken finansal krizin İzlanda ve Macaristan’dan sonra hangi Avrupa ülkesini vuracağı bilinmiyor. Dünyanın üçüncü en büyük tüketim pazarına sahip olan Japonya da resesyonun eşiğinde.
Yükselen petrol fiyatları sayesinde muazzam bir döviz rezervi biriktiren Rusya da finansal krizin şokunu yemekten kurtulamadı. Rusya borsasında büyük düşüşler yaşandı. Hükümet şimdi destek paketleriyle borsayı ayağa kaldırmaya ve ekonomideki tahribatı azaltmaya çalışıyor.
Dünya ekonomisinin yükselen yıldızı Çin’de de ekonomik yavaşlamanın sinyalleri alınırken Brezilya da finansal şokun darbesini yedi ve hisse senedi borsasında büyük düşüşler yaşandı, ülke parası değer kaybına uğradı. Hindistan’da da yavaşlama sinyalleri artarken toplumsal huzursuzluğun arttığı belirtiliyor.
IMF bu koşullar altında dünya ekonomisi için büyüme tahminini % 3’e kadar düşürdü ama bu tahminin de iyimser kalabileceği ve küresel ekonomideki büyümenin, IMF’nin küresel resesyon eşiği olarak kabul ettiği % 2’nin altına inebileceği belirtiliyor.
Şimdi gelinen noktada ABD’nin bu krizi resesyona girmeden atlatacağı ve “Yükselen Pazar” ülkelerinin krizden fazla etkilenmeyeceği tezlerinin çöktüğü ve şu sorunun öne çıktığı görülüyor: Son 30 yılda sürekli büyüme yaşayan dünya ekonomisi, özellikle 2002-2007 döneminde 2. Dünya Savaşı sonrasının en yaygın ve yüksek büyüme sürecini yaşadıktan sonra şimdi karşı karşıya bulunduğu resesyon tehdidini nasıl atlatacak? Küresel ekonomiyi kurtaracak Süpermen nereden çıkacak?
Süpermen nerede?
Grafikteki rakamların da gösterdiği gibi küresel tüketimin % 40’a yaklaşan bir bölümünü sağlayan ABD ve AB ile Japonya’da pazarların daraldığı bir ortamda dünya ekonomisini canlandırmanın çok zor olacağı ortada. Hızlı büyüyen Çin’de ve Hindistan’da, küresel ekonomideki yavaşlamaya tepki olarak iç pazarda tüketimi artıracak önlemler alınması bekleniyor ama bu pazarlar o kadar küçük ki onlardaki genişlemeyle dünya ekonomisini ayağa kaldırmak olanaksız.
Öte yandan 2002-2007 döneminde küresel ekonomide yaşanan hızlı büyümenin, şimdi ağır darbe yemiş olan küresel finans sistemi tarafından finanse edildiğini ve bu parlak büyüme performansının benzeri görülmemiş bir likidite bolluğu ile desteklenmiş olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Bütün bunlar küresel ekonomide uzunca sürebilecek bir yavaşlama dönemine girilmekte olduğunu ve 2002-2007 döneminin güzel günlerine dönmenin kolay olmayacağını gösteriyor. Bu krizi tetikleyen ABD’nin ve onu izleyen Avrupa’nın küresel ekonominin yeni gerçeklerini kabul ederek, tüketim gücü sınırlı olmakla birlikte sermaye gücü büyük ölçüde artmış olan Çin ve diğer önemli oyuncularla birlikte çıkış yollarını araması gerekiyor.
Hedge fon fırtınasına dikkat
Şimdi çöküşün eşiğine gelen küresel finans sistemindeki en önemli oyunculardan biri olan “hedge” fonları da krizden nasibini aldı ve hızla küçülmeye ya da kapanmaya başladı. Büyük para sahiplerine büyük getiri sağlamak amacıyla kurulan “hedge” fonları, özellikle Lehman Brothers’ın batması sonrasında yoğunlaşan güven erozyonundan nasibini aldı ve parasını geri isteyen fon sahiplerinin taleplerini karşılamak için ellerindeki varlıkları satmaya zorlandı. Bu varlıklar arasında yüksek getiri sağlayan “Yükselen Pazar” kâğıtlarının önemli bir ağırlığı olduğu için Brezilya ve şimdi de Türkiye gibi ülkeler bu satışın hedefi haline geldi. Bu ortamda birçok “Hedge” fonu kapanma noktasına gelirken biz de bu tasfiye sürecinin olumsuz etkilerini yaşamaya devam edebiliriz.