Dünyanın ve dünya ekonomisinin geleceğini belirleme gücüne sahip 7 ülkenin (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada, Japonya) liderlerini biraraya getiren G-7 Zirvesi ilk kez bundan 33 yıl önce, Fransa’nın Rambouillet kasabasında gerçekleşmişti. 1973’deki İsrail - Arap ülkeleri savaşı sonrasında petrol fiyatının dört kat artmasıyla tetiklenen krize bir çözüm üretmek amacıyla toplanmıştı dünyanın önde gelen ülkelerinin liderleri. Sovyet İmparatorluğu’nun dağılması sonrasında Rusya’nın da katılımıyla G-8’lere dönüştü G-7’ler.
Bugün dünya yeni bir petrol şokuyla karşı karşıya, ABD’den dünyaya yayılan ve uzun sürebileceği düşünülen bir ekonomik yavaşlama hatta resesyon tehdidiyle karşı karşıyayız.
Petrol dışında gıda maddelerinin fiyatlarında da çarpıcı artışlar yaşanıyor ve özellikle düşük gelirli ülkeleri, açlık tehlikesiyle karşı karşıya getiren bir kısır döngü söz konusu. Afrika ülkelerinin yoksulluk kısır döngüsünü kırması için gerekli olan ekonomik yardım konusunda verilen sözler tutulamıyor.
Bütün bunların ötesinde 33 yıl önce gündemde bile olmayan küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu bugün acil olarak önlem gerektiren bir küresel sorun haline gelmiş durumda. Yani G-8 ülkeleri liderlerinin ele alması gereken çok önemli küresel sorunlar var.
Ne var ki önümüzdeki günlerde Japonya’da yapılacak olan G-8 Zirvesi, dünya medyasının gündeminde bugün oynanacak olan Wimbledon tenis turnuvası finali kadar bile yer almıyor. Son beş yılın şampiyonu Federer ile bu kez onu yenebilecek olan iddialı rakibi Nadal’ın kapışmasına gösterilen ilgi daha fazla.
Bunun en önemli nedeni G-8 ülkelerinin dünya ekonomisinin geleceğini belirleme gücünü büyük ölçüde kaybetmiş bulunması. Çin ve Hindistan gibi dünya ekonomisinin yeni yıldızlarının yer almadığı bir zirveden çıkacak kararların fazla etkili olamayacağı inancı yaygın.
Petrolün ve başta gıda olmak üzere temel madde fiyatlarının belirlenmesinde ve dünya ekonomisinin büyümesinde bu yeni oyuncuların ağırlığı büyük ölçüde artmış durumda.
Hesaplaşma çıkmazında ilerlerken darbe yeme riski artıyor
Kaostan başka seçenek var mı?
Müjde, müjde! Türkiye tansiyon ölçme aleti satışında dünya lideri olmuş. (Vatan Gazetesi, 5 Temmuz 2008) “Tansiyon” sözcüğünün “gerilim” anlamına geldiği hatırlandığında hiç de şaşırtıcı olmayan bir sonuç. Şu anda Türkiye bir hesaplaşma çıkmazına sürüklenmiş durumda ve ülkedeki gerilim giderek tırmanıyor. Akıl ve sağduyu sahibi olması beklenen pek çok kimsenin de bu süreçte kendini kaybettiğini ve bu hesaplaşmanın taraflarından biri haline geldiğini görüyoruz. Tüm kurumları ve mücadele yöntemlerini hesaplaşmanın aracı olarak kullanma çabası durumun vahametini daha da artırıyor.
Son günlerde hangi ortama girsem bu durumu kaygıyla izleyen insanların sorularıyla karşılaşıyorum. “Nereye gidiyoruz, ne olacak bu işin sonu?” diye soruyor çoğu kimse. Geçen akşam, kurumsal imajını yeniden tanımlama çabasındaki Akbank’ın ilk kez bu yıl Bodrum’da düzenlediği yaz partisine katılanların çoğunun kafasında da bu tür sorular vardı. Gecenin, denizin, müziğin keyfini çıkartmak için davete katılanlar bile bu tür soruları sormadan edemiyordu.
İyimser senaryo
Eğlence ortamında insanların içini karartmamak için kaygılarını paylaştığımı söylemekle yetindim Bodrum’daki davette sorularına muhatap olduğum insanlara. Şimdi temmuz sıcağında ve pazar sabahında daha fazla iç karartmamak için önce en iyimser senaryoyu ortaya koyarak gireyim konuya.
Bu senaryoyu geliştiren siyaset bilimci akademisyen dostuma göre, beni ve birçok kimseyi kaygılandıran bugünkü tablo, Türkiye’ye siyasi rejimini güçlendirmek ve sağlamlaştırmak için ciddi bir fırsat da yaratıyor. Bu fırsat iyi kullanılabilirse, bu krizden siyaset alanının genişlediği ve siyasi seçenek arayışının güçlendiği bir tabloyla çıkmak da mümkün.
Siyaset bilimci dostuma göre böyle bir senaryonun gerçekleşmesi şu koşulların yerine gelmesine bağlı:
- Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), siyasi rejime müdahale girişimleriyle ve bu tür girişimlerde bulunmuş olan kişilerle hiçbir ilgisi ve bağlantısı olmadığını ve olamayacağını açık bir biçimde ortaya koymalı.
- Anayasa Mahkemesi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kapatılması dışındaki seçenekleri ciddi biçimde değerlendirmeli ve siyasi sürece doğrudan müdahale sonucunu vermeyecek bir karar üretmeli.
- AKP, Anayasa Mahkemesi’nin kapatma dışındaki bir kararını kendi zaferi olarak algılamamalı ve uzlaşmacı bir gündemle ülkedeki gerilimi düşürmeye öncelik vermeli.
- Yargının gerek AKP’nin kapatılması için açılmış olan davada, gerekse Ergenekon davası gibi davalarda taraf olmadığı ve yalnızca görevini yaptığı izlenimi yaygınlaşmalı.
- AKP iktidarından kurtulmak isteyenler bunun tek yolunun, AKP’ye karşı siyasi alternatif oluşturmaktan geçtiğini anlamalı bu yoldaki arayışlar güç kazanmalı.
Kaos senaryosu
Bu senaryo kâğıt üzerinde güzel duruyor ama uygulanması için yerine gelmesi gereken koşulların gerçekleşmesi mümkün mü? Bu konuda iyimser olmak hiç de kolay değil, çünkü şu anda hesaplaşmayı göze almış görünen tarafların, tipik savaş mantığı içinde davranarak, karşı tarafın gerilimi düşürecek her adımını bir zaaf işareti olarak algılaması ve istismar etmesi olası.
- Bu ortamda TSK’nin kendi konumunu net biçimde tanımlaması, “darbecileri sindirdik, asker artık hiçbir şey yapamaz” diye yorumlanabilir.
- Bu olasılık TSK komuta kademesinin, kendi tabanındaki olası tepkileri de düşünerek, TSK’nin rolünü açıkça tanımlamasını olanaksız hale getirebilir.
- Anayasa Mahkemesi’nin kapatma dışında bir karar vermesi halinde AKP ve yandaşlarının “zafer kazandık” havasına girecekleri ve gerilimi yaratan anlayışla yola devam edecekleri izlenimi güçlenebilir.
- Anayasa Mahkemesi bu olasılığı da hesaba katarak AKP’nin kapatılmasına karar verebilir ve yasakların kapsamını da geniş tutabilir.
- Ergenekon davasının süregeliş biçimi de gerilimi artırabilir.
- Gerilimin tırmandığı ve psikolojik savaşın sürdüğü ortamda mevcut muhalefet partileri yeni roller oynamak isteyebilir ve yeni bir siyasi oluşumun ilgi görmesi zorlaşabilir.
- Uzlaşmaz tavra giren AKP iktidarına karşı büyüyebilecek olan tepkiler ülkeyi kaotik bir ortama sürükleyebilir.
Umarım bunların hiçbiri olmaz ve bu krizi büyük bedeller ödemeden atlatıp bir fırsat olarak değerlendirebilir, bugünün ihtiyaçlarına cevap veren bir anayasaya ve siyasi yapılanmaya kavuşabiliriz.
Yabancı sermaye liginde 2007 rekorları
Geçen yılın ikinci yarısında ABD’de başlayan finansal fırtına şirket satın alma ve birleşmelerini olumsuz etkiledi ama yılın ancak son bölümünü kapsadığı için 2007’nin yabancı sermaye yatırımlarında bir rekorlar yılı olmasını önleyemedi. Zengin gelişmiş ülkeleri bünyesinde barındıran OECD ülkelerinden toplam 1.82 trilyon dolarlık yatırım sermayesi çıkışı oldu geçen yıl. Bu rakam yeni bir rekor oluştururken söz konusu ülkelere giren sermaye miktarı da 1.37 milyar dolara erişerek yeni bir rekor kırdı.
Melih Aşık
BİLİM VE SANAT
24 Aralık 2024
Cem Kılıç
Emekli olmak isteyen eksiği nasıl tamamlar?
24 Aralık 2024
Ali Eyüboğlu
Her kuşağın sevdiği sanatçı
24 Aralık 2024
Çağdaş Ertuna
Tacizi anlatan filmde başrole taciz skandalı
24 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Aslan | Yeni hedeflere yol alıyorsunuz
24 Aralık 2024