Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) karşılaştırmalı büyüme hızı tahminlerine göre Türkiye küresel krizden en olumsuz etkilenen G - 20 ülkelerinden biri. Buna karşın Türkiye’nin krizden en az etkilenen ülkelerden biri olduğu, IMF’ye avuç açmadan mucizeler yarattığı, herkesin Türkiye’yi örnek almak istediği söylenip duruyor. Bu masallara kim ne kadar inanıyor, doğrusu bilmiyorum ama bunun iddialı bir “PR (halkla ilişkiler) ile gerçeği perdeleme ve halkı oyalama” denemesi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Peki, ekonominin tablosu umut verici değilse bizim borsadaki (İMKB) bu tırmanış neyin nesi? Bizim borsayı yükseltenler belki benim ve benim gibi düşünenlerin göremediği bir ışık gördükleri için mi, ışığın cazibesine kapılan kelebekler gibi, İMKB’deki hisseleri kapışıyorlar?
Düşük faizin ışığı
Başta bankalar olmak üzere kârlarını iyi artıran İMKB şirketleri var kuşkusuz ama duruma biraz daha yakından bakınca, borsayı aydınlatan ışığın öncelikle ekonomideki parlak gelişmelerden değil, dünyadaki aşırı likidite bolluğundan ve hızla düşen faizlerden kaynaklandığını görebiliyoruz. Hazine kâğıdına yatırım yapanların da bu süreçten hayli yararlanmış olduğu biliniyor.
ABD ve dünya borsalarında bu yılın mart ayından itibaren yaşanmakta olan hızlı tırmanışın ardında da bu likidite bolluğunu ve sıfıra yaklaşan faizleri görüyoruz. O halde bu güzel günlerin devam etmesi için likidite bolluğunun ve ucuz para furyasının sürmesi gerekiyor.
İşte tam da bu noktada ilginç bir paradoks çıkıyor ortaya. Başta ABD olmak üzere, ekonomideki canlanma belirtilerinin güven vermediği ülkelerde ekonomiyi yönetenler, devletin pompaladığı likiditeyi geri çekme ve faizlerdeki düşüşü tersine çevirme cesaretini gösteremiyor. Yani paradoksal biçimde reel ekonomideki canlanmanın sınırlı kalması, bol likiditenin ve düşük faizlerin sürmesini ve bunun uzantısında borsaların tırmanmasını sağlıyor.
Faiz düşüşü durursa
Faizlerdeki düşme eğiliminin şu ya da bu nedenle tersine dönmesi halinde bu oyun bozulacak ve farklı bir senaryo gündeme gelecek. Eğer reel ekonomideki canlanma gerçekten güçlüyse, giderek istihdamı da artıracak kalıcı bir canlanma söz konusuysa bunun yaratacağı olumlu beklentilerin faizlerin yükselmesinin yaratacağı olumsuz etkiyi telafi etmesi beklenebilir.
Ancak reel ekonomide belirgin bir canlanmanın inandırıcı göstergeleri ortaya çıkmadan, devlet bütçesinin güven vermemesi ve olası bir finansman darboğazının dikkate alınması nedeniyle ya da başka bir nedenle faizlerdeki düşüş tersine dönerse bu duruma düşen bir ekonomide olumlu görüntüyü korumak olanaksız hale gelebilir. Başarılı “PR” da durumu kurtaramaz.
Abdurrahman Yıldırım ve Erdal Sağlam gibi mali piyasaları yakından izleyen ekonomi yorumcularının, son günlerde Hazine faizlerindeki düşüşün sonuna gelindiğini yazmaya başlamaları bu nedenle önemli.