Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kriz paniğinin aşıldığı ve risk alma iştahının artmaya başladığı mart ayından itibaren değer kaybetmekte olan ABD dolarının, son günlerde başta euro olmak üzere diğer bazı paralar karşısında değer kazanmaya başlaması neyin işareti? Bu, üzerinde durmaya değer, anlamlı bir gelişme mi? Doların değer kazanmaya başlaması, küresel krizle başlayan süreçte yeni bir aşamaya gelindiğini mi gösteriyor? Dolar değer kazanmaya devam edecek mi, ederse kim nasıl etkilenir?
Küresel ekonominin ve döviz kurlarının gidişatıyla ilgili herkesi ilgilendirecek sorular bunlar. Birkaç hafta önce, doların değer kaybetmeye devam ettiği günlerde, müşterilerine yatırım danışmanlığı da yapan bir yabancı bankacıyı dinlerken odaklandım bu sorulara. Söz konusu bankacı, euro ağırlıklı portföy tutan müşterilerine, kademeli olarak dolara dönmelerini öneriyor ve gerekçesini anlatıyordu.
Onu dinledikten sonra doların seyriyle ilgili değerlendirmeleri daha yakından izlemeye başladım. Piyasalarda kayda değer eğilim değişiklikleri olacağı zaman bunun ilk sinyallerini, ekonomi ve finans konularına ayrılmış gazete sayfalarında kıyıya köşeye sıkışmış küçük haberlere bakarken görüyorsunuz. Örneğin Financial Times gazetesinin 27. sayfasında, doların değer kaybetmeye devam edeceğini düşünerek pozisyon alan spekülatörlerin hızla tavır değiştirdiğini anlatan küçük bir haber okuduğunuzda bunu yabana atmayacaksınız.

Haberin Devamı

Doların yükselişine dikkat

Doların yükselişi, yeni trendin başlangıcı mı?
Doların son bir hafta içinde daha da belirgin hale gelen yükselme eğiliminin yeni bir trendin başlangıcı olduğunu söylemek için acele etmemek gerekiyor ama dolardaki değer kaybının yerini değerlenme eğilimine bırakmasını açıklayabilecek birkaç faktöre değinmek mümkün.
- Küresel krizin panik aşaması geride kaldıktan sonra, ABD’de ve birçok ülkede risk alma iştahının artması, hisse senedi fiyatlarının yükselmesi ve buna paralel olarak doların değer kaybetmesi, faizlerin neredeyse sıfırlandığı ve bu politikanın devam edeceğinin vurgulandığı ortamda gerçekleşti. Ekonomide canlanmanın başlamasıyla birlikte bu politikanın değişebileceği sinyallerinin alınması bu durumu değiştirebilir, risk alma iştahını azaltabilir ve doların değerlenmesine yol açabilir.
- Son haftalarda ortaya çıkan ekonomik göstergeler, ABD ekonomisinin Avrupa’dan önce büyümeye geçeceğini gösteriyor. ABD Merkez Bankası’nın (FED) son açıklamaları da, ABD’de faiz artırımlarının Avrupa’dan önce gündeme gelebileceğini düşündürüyor. Bu olasılık gerçekleşirse dolar, euro’ya karşı değer kazanmaya
devam edebilir.
- Öte yandan Yunanistan’ın iflas noktasına gelmesi, başta İspanya olmak üzere bazı diğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin de mali sorunlarla karşı karşıya bulunması ve bir Avusturya bankasına daha devletin el koymak zorunda kalması da Euro Bölgesi’nin önümüzdeki dönemde baskı altında kalacağını gösteriyor.
- Son 26 yıldaki seyrini gösteren grafiğe baktığımızda da doların uzun vadeli dip noktasına çok yaklaştıktan sonra yükselme eğilimine girdiğini görüyoruz.
Bütün bu faktörleri hesaba kattığımızda, son günlerde dolarda gözlenen yükselme eğilimini ciddiye alıp yakından izlemek gerektiğini söyleyebiliriz. Ancak bunun giderek ivme kazanacak kalıcı bir yükselişin başlangıcı olduğunu söylemek için
henüz erken.

Haberin Devamı

‘İç savaş’ riski var mı?
Tüylerimi ürperten ‘iç savaş’ sözcüğünü ne yazık ki çok sık duyuyorum son zamanlarda. Farklı kesimlerden, yıllardır tanıdığım aklı başında insanlar, “İç savaşa mı gidiyoruz?” sorusunu sormaya başladı.
Buna karşılık Türkiye ekonomisinin önünün açık olduğunu ve 2010 yılında çok iyi bir performans göstereceğini vurgulayan uluslararası finans kuruluşları ve piyasalar, Türkiye’nin ciddi bir siyasal istikrarsızlık ve çatışma ortamına sürüklenebileceğini sanki hiç hesaba katmıyor gibi. Borsanın ve faizlerin bu günkü düzeyi, bu olasılığın hiç dikkate alınmadığını düşündürüyor.
Umarım onlar haklı çıkar ve Türkiye’nin bir çatışma ortamına, hatta bir iç savaşa doğru sürüklenmekte olduğu iddialarının temelsiz olduğu anlaşılır ama Türkiye’yi fiyatlayanların siyasi riskleri
hiç hesaba katmaması ne derecede sağlıklı bir
davranış acaba?