Perşembe akşamı, İstanbul Modern Müzesi’nin girişinde oluşmuş olan hayli uzun kuyrukta, sanatçı Sarkis’in yarattığı “Site”ye doğru adım adım ilerlerken farklı duygu ve düşünceler arasında kaybolmuş gibiyim. Derin bir huzursuzluğun yorgunluğunu taşıyorum üzerimde.
Hafif ağrıyan başımı kaldırıp göğe bakıyorum. Hava açmış gibi. İstanbul’un bazı semtlerini felaket alanına çeviren ve akıl almaz dramlara yol açan seli düşünüyorum ister istemez ve çok farklı konumdaki kişilerin, adeta söz birliği etmişçesine, gün boyu tekrarladığı sözler geliyor aklıma: “Doğa intikamını alır.”
Felaketin sorumlusu
Bu sözler, yaşanan felaketin asıl sorumlusunun doğa değil, doğayı intikam almaya zorlayan insanlar olduğunun bir itirafıydı aslında. Yıllar içinde aldıkları kararlarla, onayladıkları yerleşme projeleriyle selin yol açtığı felakete ortam hazırlayanların ve meteorolojinin tüm uyarılarına karşın can kaybını önlemek için gerekli önlemleri almayanların uykusu kaçtı mı, içleri sızladı mı, bilmiyorum ama “Doğa intikamını alır” sözleri çok daha yaygın bir suçluluk duygusunun itirafı gibiydi. Bu sözü edenlerin çoğu, doğayı intikama zorlayan koşulların oluşmasında kendi payının, kendi ihmalinin de bulunduğunu biliyordu ve günah çıkarıyordu sanki.
Peki ya selin getirdiği felaketi ganimete dönüştürme çabası içinde olanların sergilediği tüyler ürpertici görüntülere ne diyeceğiz? Bu davranışı insanlıkla nasıl bağdaştıracağız? Hangi koşullar altında yaşayan insanlar yapabilir bunu? Bu sorular başka sorulara götürüyor bizi. Onların ki de bir intikam mıydı acaba? Ülkenin en büyük kentinin bir yerlerinde yaşayan bu insanların içinde bulundukları koşullar onları insanca yaşamanın, insan gibi davranmanın mümkün olmadığı bir noktaya mı sürüklemişti?
Demokrasi intikam rejimi mi?
Sarkis’in ‘Site’sinde dolaşırken
Bütün bunları düşünerek girdim İstanbul Modern’e. Müzeye girer girmez Zeki Faik İzer’in muhteşem bir tablosu çarpıyor gözünüze. Müzede sergilenen Türk resminden seçkiler arasında neler yok ki. Sarkis’in ‘Site’sine girmeden bu koleksiyonu görmek beni farklı bir noktaya taşıdı. Sarkis’in yarattığı ‘Site’de ise mekân ve zaman duygusunu başkalaştıran bir ortamda hissettim kendimi. Onun yaratmaya çalıştığı mekânlarda, başka bir zamanda, başka bir ortamda dolaşıyordum sanki. Gezinin bir noktasında gerçek bir piyanodan yükselen notaları duyunca nerede olduğumu hatırladım.
Sarkis’in ‘Site’sinde dolaşırken karşılaştığım iş ve sanat dünyasından dostlarla sohbet ederken ister istemez kendi sitemize, içinde yaşadığımız ortama dönüşler yaptık. Ülkeyi ve kendilerini giderek derinleşen bir çıkmazın içinde hisseden ve bu nedenle farklı bir tedirginlik duyan insanların sohbetiydi sanki bu.
İstanbul şu anda müthiş bir sanat merkezine dönüşmüş durumda. İstanbul Modern’in yanı başındaki Antrepo No. 3’te 11. İstanbul Bienali başladı.
İnsan neyle yaşar?
Çok temel bir soruya, “İnsan neyle yaşar?” sorusuna değinen çok sayıda yapıt arasında anlamlı bir tur yapabilmek için birkaç saate gerek var. Tophane’deki eski Tütün Deposu’nda ve daha birçok mekânda sergilenen yapıtları görmek için ise birkaç saat de yetmeyebilir.
Sabancı Müzesi’deki ”Beuys ve Öğrencileri” sergisinin girişindeki tarihsel panorama ise bu yazıda hiç değirmediğim küresel krize döndürdü beni. 1929’larda başlayan büyük krizden sonra yaşanan toplumsal ve siyasal depremleri hatırlayınca bugüne dönüp “Bundan sonra neler olacak?” sorusunu sorma ihtiyacını duyuyor insan.