Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) 40. yıllık toplantısı yarın Davos’ta başlıyor. Dünyanın önde gelen işadamlarını, tepe yöneticilerini, siyasetçilerini, akademisyenlerini, sanatçılarını ve medya mensuplarını bir araya getiren böylesine kapsamlı bir organizasyonu 40 yıldır sürdürebilmek aslında küçümsenmeyecek bir başarı.
Dünyanın bu 40 yıl içinde ne kadar büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmiş olduğunu hesaba kattığımızda, DEF’in kurucusu Klaus Schwab’ın 2.500 dolayında “küresel seçkin”i İsviçre’nin kayak merkezi Davos’ta bir araya getirmeye devam edebilmesinin önemini daha iyi anlayabiliriz.
Evet Davos toplantılarının süregelmesi önemli ama dünyanın gündemini yakalama ve belirleme açısından Davos’un öneminin azalmakta olduğu da bir gerçek. Küresel krize giden süreci öngörmek ve krizden çıkışın yol haritasını çizmek bakımından Davos’un geçerli not aldığını söylemek de olanaksız.

Zihinsel patinaj
Biraz daha ileri gidip, karlarla kaplı olan Davos’ta zihinsel patinaj yapıldığını bile söyleyebiliriz. Geçen yılki toplantının ana temalarından biri olan “Kriz sonrasının dünyasını biçimlendirmek” teması bu yılki toplantının da ana teması. Bu amaca varmak için “Küresel değerlerin yeniden düşünülmesi, küresel süreçlerin yeniden tasarlanması ve küresel kurumların yeniden inşa edilmesi” hedefleniyor.
Bütün bunlar iyi, güzel de son bir yıl içinde bu hedeflere yönelik olarak ne kadar mesafe alındığına baktığımızda çok da parlak bir tablo çıkmıyor karşımıza. G-20 grubunun öne çıkmasını ve küresel sorunlara küresel çözümler bulma gereğinin kabul görmesini olumlu bir gelişme sayabiliriz belki ama uygulamada küresel dayanışma lafta kalıyor, hükümetler kendi ulusal ve siyasal önceliklerine göre davranış belirliyor. ABD’de Başkan Obama’nın bankalara karşı yaptığı son çıkış bunun en son örneği.

Batı’nın krizi
Bunun ötesinde, Batı merkezli bir kuruluş olan DEF’in işini zorlaştıran bir diğer olgu da, küresel dönüşümün bugün geldiği noktada Batı’nın kolay atlatamayacağı bir krize girmiş bulunması. Buna “kriz” yerine “kronik hastalık” demek daha doğru belki de.
Küresel sanayi üretiminde, istihdamda ve katma değer yaratmada, sermaye biriktirmede, uluslararası ticarette zengin Batı’nın payı sürekli olarak azalırken ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin payı hızla yükseliyor. Küresel güç dengelerinin kendi aleyhlerine değişmekte olduğu bir dünyada Batı’nın kurumlarının eskiden olduğu kadar belirleyici olması, küresel düzene yön ve biçim vermesi olanaksız hale gelmiş durumda. DEF’in sorunu da bu galiba.