Belki yıllarca, belki de çok kısa bir süre ama böyle bir soruyu sormak bile kimilerinin sizi kötümserlikle suçlamasına yetebiliyor Türkiye'de. Dünyadaki ve ülkenizdeki gelişmeleri sorgulayıcı bir yaklaşımla ele alıp önemli çelişkileri ortaya koymaya, görünenin ardındaki gerçekleri tartışmaya kalkıştığınızda hemen 'kötümser' damgasını yiyiveriyorsunuz.Bu damgayı yememek için hayata çok daha yüzeysel bir bakışla bakıp çelişkilere boş vereceksiniz, ilk bakışta doğru görüneni sorgulamayacaksınız, "her şey olacağına varır" deyip hayatınızı yaşamaya devam edeceksiniz.İtiraf edeyim ki, daha çok böyle düşünenlerin iyimserliği yön veriyor hayata. Bu arada 'kötümser' sayılanların dert ettiği çelişkiler yok olmuyor, tersine bu çelişkilerin krizlere dönüşme potansiyeli belki de artıyor ama kriz yaşanmadan geçen süreler uzadıkça, olası krizlerden söz etmenin inandırıcılığı da o kadar azalıyor. Ülkemizdeki, dünyamızdaki çelişki ve gerçeklerle yüzleşmeden daha ne kadar, mutlu mesut yaşayabiliriz? Pekiyi o zaman, bu çelişkileri ve tatsız gerçekleri fark edenler ne yapmalı? 'Kötümser' damgasını yememek için susup oturmalı mı? Yoksa bu damgayı yemeye razı olarak bu çelişkili gerçekleri ortaya koymaya, tartışmaya devam mı etmeli?Benim tercihim belli. Öncelikle bazı kabul görmüş varsayımları sorgulamanın ve gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.Birincisi, biz birlikten, beraberlikten çok söz ediyoruz ama Türkiye'de birbiriyle uzlaşması kolay olmayan, Türkiye için farklı gelecekler düşleyen en az iki kesim olduğu ortada. "İrtica tehdidi var, laik rejim ve TC tehlikede" diyen kesimin Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) ve onun temsil ettiği kesime güven duyması olanaksız ve bunun tersi de geçerli. İrtica tanımı üzerinde anlaşarak bu çelişkiyi aşmak olanaksız.İkincisi, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) içinde yer alma şansının pek yüksek olmadığı giderek daha iyi anlaşılıyor. Türkiye'deki ve dünyadaki gelişmeler Türkiye'yi AB dışında tutmak isteyen Avrupalılara yeni kozlar verirken Türkiye'de de geniş kesimin AB standartlarını benimsemeye hiç de hazır olmadığı görülüyor.Üçüncüsü, AB'ye geçen yıl tam üye olan Macaristan, Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde yaşanmakta olan sorunlar, AB'ye girmenin tüm sorunları çözeceği iddiasının hiç de doğru olmadığını gösteriyor. Çelişkili gerçekler Dördüncüsü, ekonomideki başarı büyük ölçüde dış kaynak girişine dayalı ve izlenen yaklaşım, küresel rekabet karşısında başarılı olacak sektörleri ve firmaları yaratacak şartları hazırlamada yaya kalıyor. Farklı bir yaklaşımı benimsemeden dış açık ve istihdam sorunlarını çözmemiz olanaksız.Beşincisi ve belki de en önemlisi, bu olguları algılayıp Türkiye için alternatif senaryolar ve iktidar modelleri üretecek organize bir çabadan, yaygın toplumsal tabana oturacak bir siyasi girişimden söz etmek olanaksız. Ben gene yaptım yapacağımı, yazdım yazacağımı. Bütün bunlara boş verip hayatı yaşamak tabii sizin elinizde. oulagay@milliyet.com.tr Alternatif boşluğu
Özay Şendir
2025’te olacaklara dair…
29 Aralık 2024
Abbas Güçlü
“İTÜ aradığı Yıldızı buldu”
29 Aralık 2024
Zeynep Aktaş
Faizde düşüş trendi yatırımda rotayı değiştiriyor
29 Aralık 2024
Ali Eyüboğlu
Dijital kanalların seyirciyle bağı yok
29 Aralık 2024
Güldener Sonumut
Avrupa’da söylemle eylemin 50 tonu ve 2025
29 Aralık 2024