Küresel krizin önemini kavramayanlar bu krizle Batı’nın tek başına hükmettiği dönemin kapandığını ve G - 8’lerin dünyasından G - 20’lerin dünyasına geçildiğini anlamamış görünüyor.
Bayramın üçüncü günü, iki ayrı gazetede karşıma çıkan iki köşe yazısı beni önce düşündürdü, sonra da bu yazıyı yazmaya zorladı. İki kadim dostum tarafından yazılmış olan bu yazıları, küresel krizin aşıldığını gösteren belirtilerin çoğaldığı ortamda etrafa yayılan “Canım bu kriz de fazla abartıldı, ne oldu yani, dünya batmadı, hayat devam ediyor işte” anlayışını güzel yansıtan iki örnek olarak ele alıp bu anlayışı sorgulamanın neden gerekli olduğunu tartışacağım.
Yazılardan biri eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’e ait. Gazi, Habertürk gazetesindeki “Düşler ve gerçekler” başlıklı yazısında, geçen yıl yaratılan panik havasında hemen herkesin “Herhalde battık” diye düşündüğünü, oysa o günlerde dile getirilen olumsuz olasılıkların hemen hiçbirinin gerçekleşmediğini belirtiyor. Ona göre “Kapitalizm çöktü” diyenler, “Bu batının çöküşüdür” diyenler, “Küresel ekonominin merkezi değişecek” diyenler, “Çin dünyanın lideri olacak” diyenler, “ABD dolarının rolü azalacak” diyenler, “Kriz gelişen ülkelerin değil sanayileşmiş ülkelerin sorunudur”, diyenler hepsi yanıldı, çünkü bu iddiaların hiçbiri gerçekleşmedi. Hayat eskisi gibi devam ediyor sanki.
Diğer yazı ise Hürriyet yazarı Hadi Uluengin’e ait. Hadi de son bir yıl içinde krizle ilgili olarak karamsar “tahliller” yapanları kendine özgü üslubuyla alaya aldıktan sonra şöyle bir sonuca varıyor: “Bir buçuk yıldır yaşanan kaos, kapitalist sistemin doğasındaki sıradan buhranların ötesine taşmadı, hem de hafiften hafife inişin sonu ve çıkışın başlangıcı gözüktü.”
Sıradan kriz mi?
Evet, son bir yıl içinde çok abartılı felaket senaryoları yazıldı, ideoloji yüklü kehanetlerde bulunuldu ama bunların yanı sıra, yaşanmakta olan krizin sıra dışı boyutlarını ortaya koyan, bilgi yüklü tahliller de yapıldı. Bu krizin aslında küresel kapitalizmin ilk büyük krizi olduğu, bu krizin ve bunu izleyecek olan krizlerin küresel hiyerarşiyi tamamen değiştireceği, Batı’nın 200 yıllık hegemonyasının sona ermekte olduğu verilerle desteklenerek ortaya kondu.
Bu tür değerlendirmelerde çoğu kez, sonucu yıllar içinde belirginleşecek süreçlerden söz ediliyor. Bunlardaki doğruluk payını da yıllar içinde, bu süreci yaşarken daha iyi anlayacağız kuşkusuz. Krizin şimdilik aşılmış gibi görünmesine bakarak tüm bu iddialarla dalga geçmeye kalkışanlar, Çernobil faciası sonrasında Rize’de çayını içip “Bakın hiçbir şey olmadı” diyen Sayın Bakanı hatırlatıyor bana.
Aslında bugün gelinen nokta, küresel krizin şu ana kadar yaşanan bölümünde bile ne kadar çok şeyi değiştirmiş olduğunu gösteriyor. Satır başlarıyla hatırlayacak olursak:
- Küresel krize küresel çözüm üretmek için artık bir “zenginler kulübü” olan G - 8’in değil çok daha geniş katılımlı G - 20’nin sözü geçecek. Başkan Obama, Batı’nın tek başına dünyayı yönlendirdiği dönemin bittiğini söylüyor.
- Dünya ekonomisinde büyüme motoru rolünü artık ABD değil Çin oynuyor.
- Dünya ekonomisinde yeni bir tüketim - tasarruf dengesinin kurulmasından söz ediliyor.
- ‘Yükselen Pazar’ ülkeleri bir bütün olarak krizden daha az etkilenmiş görünüyor.
- Batı’nın üstünlüğünü simgeleyen dev finans kurumları iflasın eşiğinden döndü, hâlâ da sorunları var.
- Batı’nın önde gelen ekonomilerinde finans sisteminin çöküşü ancak benzeri görülmemiş boyuttaki devlet müdahaleleriyle önlenebildi.
- ABD’nin bütçe açıkları tırmanırken doların geleceği ciddi biçimde tartışılıyor ve yeni bir rezerv para arayışı sürüyor.
- Kriz en az 50 milyon yeni işsiz yarattı, 90 milyon kişiyi mutlak yoksulluk sınırının altına itti.
Bu tablo ortadayken “Bu kriz sıradan bir krizdi, geldi geçti, hayat eskisi gibi devam ediyor” demek ne kadar doğru acaba?
Krizin yarattığı ruh halleri
Bu noktada akla gelen bir soru da şu: Kriz ortamında bazı kimseler neden böyle çıkışlar yapma gereğini duyuyor? Krizin aslında korkulacak bir şey olmadığı, kısa sürede atlatılacağı, hiçbir izinin kalmayacağı yazılıp çizilebiliyor.
Kriz koşullarında yaşamak insanları sıkıyor. Bunu anlamak için psikolog olmaya gerek yok. Krizin uzaması halinde “kriz” sözcüğünün kullanılması bile kimilerini rahatsız etmeye başlıyor. Bu ortamda krizin henüz tam olarak geçmediğini, yeni sorunlara yol açabileceğini söylediğinizde insanlar sizi dinlemek istemiyor. Tam tersine, krizin geçtiğini ya da ucuz atlatıldığını söylediğinizde, “Biz ne krizler gördük” edebiyatına sarılarak yaşanmakta olan krizi hafife alan laflar ettiğinizde sizi can kulağıyla dinleyenlerin arttığını fark ediyorsunuz.
Bütün bunlar çok doğal aslında. İnsanlar yüzleşmek istemedikleri gerçeklerden kaçmak için her yolu deneyebiliyor. Gerçeği gizleyen masallarla avutulmaya ise bayılıyor. Birileri çıkıp “Ama gerçek sizin sandığınız gibi değil” demeye kalkmasa onlar için sorun kalmayacak.
Sorun, gerçeği gören (ya da gördüğünü sanan) birilerinin kalkıp bunu söylemesinden, masal dünyasını yıkmak istemesinden kaynaklanıyor. Eğer işiniz ekonomi yorumu yapmaksa ve krizi yakından izleyen biri olarak bu krizi hafife almanın yanlış olduğunu görüyorsanız; bu krizin basit bir kriz değil kapsamlı bir değişim sürecinin belirtisi olduğunu düşünüyorsanız, ne yapacaksınız bu durumda? “Gördüğümü, algıladığımı yazarsam kimseyi memnun edemem”, deyip susacak mısınız? Krizi küçümseyenlerin kervanına karışıp gününüzü gün mü edeceksiniz? Yoksa tepki çekmeyi göze alıp gerçek görüşünüzü mü açıklayacaksınız?
Bu son seçeneği tercih edenlere kızan, öfkelenen çok olur. Krizin aşılmakta olduğunu düşündüren her gelişmede haklı çıktıklarını düşünerek sizinle dalga geçmeye kalkışanlar da çıkar. Ne felaket tellallığınız kalır, ne hayalperestliğiniz.