Gel vatandaş gel! New York borsasına gel, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na gel! Faizler nasıl olsa yerle bir oldu, dolar da yerlerde sürünüyor, sen iyisi mi cesaretini topla, varını yoğunu borsaya yatır, köşeyi dön. Bu yılın mart ayından beri ne kadar artmış borsa endeksleri bir bak, altı-yedi ayda zengin olma fırsatını nasıl kaçırdığını anla.
Dow Jones 10 yıl önceki yerinde
ABD’de önde gelen 30 şirketin hisselerinden oluşan Dow Jones endeksinin geçen hafta içinde 10.000 puanı aşması borsalardaki şenliğe katkıda bulundu. ABD borsalarındaki iniş-çıkışlar dünya borsalarını etkilediği için İMKB de zirve yaptı.
Dow Jones endeksinin 10.000 puana erişmiş olması, marttaki dip noktaya göre çarpıcı bir artışın göstergesi kuşkusuz. Ancak Dow Jones’un son on yıldaki seyrini gösteren grafiğe baktığımızda farklı bir gerçekle karşılaşıyoruz. Dow Jones endeksi ilk kez 29 Mart 1999’da 10.000 puanın üstünde bir değerden kapanmış. Sonra iniş-çıkışlar yaşanmış ve 27 Ekim 2004’te endeks yeniden 10.000 puanın üzerinde kapanmış.
En ilginci ise, ABD’de mortgage fiyaskosunun ilk belirtilerinin ortaya çıktığı 2007 yılının ekim ayında, yaklaşmakta olan krize karşın Dow Jones’un 14.198 puanlık bir rekora erişmiş olması. Geçen yıl Lehman Brothers’ın batmasından üç hafta sonra, 6 Ekim’de de 10.000 puanın hemen altındaymış Dow Jones endeksi.
Bu zikzaklı süreçte çok para kazanıldı ve kaybedildi ama Dow Jones endeksinin şimdi yüksele yüksele, ancak on yıl önce bulunduğu seviyeye erişmiş olması, ABD’nin en gözde şirketlerinin hisselerine bile uzun vadeli ve istikrarlı bir yatırım aracı olarak bakmanın doğru olmadığını düşündürüyor. ABD borsalarında marttan bu yana yaşanan yükselişin nedenlerine baktığımızda da işsizliğe odaklanan Başkan Obama’nın hedefleriyle çelişen bir tabloyla karşılaşıyoruz.
Yükselişin bedeli işsizlik artışı
Hisse senedi fiyatları, şirketlerin gelecekteki performansı ve kârları hakkında yapılan tahminlere dayanır. Gerçekleşen kârlar bekleneni aşarsa hisseler yükselir. Şimdi ABD’deki duruma baktığımızda şirket kârlarının genelde beklentileri karşıladığını hatta kimi örneklerde aştığını ve bunun da borsalardaki tırmanışa katkıda bulunduğunu görüyoruz.
ABD şirketlerinin kârlarını nasıl elde ettiklerine bakıldığında iki nokta öncelikle dikkati çekiyor.
- Geçen yıl batma noktasına gelen ve muazzam devlet desteği alan bankaların, zararlarını muhasebeleştirmede kendilerine sağlanan avantajdan da yararlanarak büyük kârlar elde ettikleri görülüyor.
- Birçok şirketin ise satış cirolarında kayda değer artışlar olmadığı halde, çalışanlarının sayısını büyük ölçüde azaltarak giderlerini düşürdüğü ve kârlarını artırdığı anlaşılıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun araştırmasına göre, bu yılın ilk beş ayında ABD şirketlerinin işine son verdiği eleman sayısı 640 bini buluyor. Aynı dönemde Avrupa şirketleri 354 bin, Asya şirketleri ise 244 bin çalışanını işten çıkarmış. Bu haberi veren Financial Times gazetesi, ABD şirketlerinin kâr performansının Avrupa şirketlerine göre daha iyi olmasını buna bağlıyor.
14 Ekim tarihli Wall Street Journal gazetesinde yer alan haberde de ABD’de özel sektör yatırımlarının 1947’den beri en düşük düzeye indiği, bilançolara yansıyan kâr artışlarının eleman çıkartarak ve daralarak elde edildiği belirtiliyor.
Bu noktada şu soruyu sormak zorundayız: Bu yöntemlerle elde edilen kârlara ve bu kârlara dayandırılan borsa tırmanışına güvenilebilir mi? Kurtarma operasyonlarıyla ortalığa saçılan trilyonlarca doların da katkısıyla borsalara akan paranın yarattığı tırmanışa bakarak “Kriz bitti, ufkumuz açıldı”, diyebilir miyiz?