Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Benim çocukluğumda, dini bayram günlerinin farklı bir önemi vardı. Aile büyüklerinin ve aile kabristanının ziyaret edilmesi, bayram tebriklerinin kabul edilmesi için bayramın belli günlerinde evde bulunulması, ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi gibi âdetlere mutlaka uyulurdu. Bayram günlerinin şehir ya da ülke dışında geçirilmesi ise pek düşünülmezdi.
O günlerden beri Türkiye’de ve dünyada çok şey değişti. Bugün herkes kendi inancına, kültürüne, tercihine göre kutluyor dini bayramları. İletişim araçlarının bıktırıcı bombardımanı ise bayram falan dinlemiyor.
Bu bombardımanla baş etme çabası, insanların sakin kafayla durup düşünme yeteneğini köreltiyor. Binlerce küçük haberle, mesajla, sorunla baş etmeye çalışırken çok daha önemli olan büyük resmi göremez, insanlığın can alıcı sorunlarını hissedemez hale geliyoruz. Bayram günlerinde hiç olmazsa birkaç saatimizi çevremizde, ülkemizde ve dünyamızda olan bitenin anlamını düşünmeye ayırsak nasıl olur acaba?
Hepinize iyi bayramlar efendim.


Ekonomide nursuz ufuklara
“Nurlu ufuklar” deyimini siyaset söylemine sokan kişi 1950 - 60 yılları arasında başbakanlık koltuğunda oturan Adnan Menderes olmuştu. Daha sonra Menderes’in mirasına sahip çıkarak başbakan olan Süleyman Demirel’in de bu deyimi kullandığını hatırlar gibiyim. Ülkeyi aydınlık bir geleceğe götürme iddiasındaki sağ eğilimli siyasetçilerin topluma umut aşılamak için kullandığı bir deyimdi bu.
Başbakan Erdoğan “nurlu ufuklar” deyimini kullandı mı bilmiyorum ama kendisinin Türkiye ekonomisini parlak bir geleceğe doğru götürme konusunda çok iddialı olduğunu biliyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002 - 2007 yıllarını kapsayan ilk iktidar döneminde, özellikle ekonomide elde ettiği sonuçlarla az övünmedi Sayın Başbakan. Dünya ekonomisindeki koşulların da çok elverişli olduğu bu dönemde yakalanan yüksek büyüme temposu sayesinde Türkiye’nin kişi başına milli geliri ilk kez 10 bin dolar sınırını aştığında ulusa bu müjdeyi veren de Başbakan Erdoğan olmuştu.
On bin dolar hayali
Ancak AKP’nin ikinci iktidar döneminde bu başarı öyküsü sürdürülemedi. İnişe geçmiş olan Türkiye ekonomisi küresel krizin şokunu da yiyince 2002 - 2007 döneminin kazanımları kısa sürede eriyiverdi. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından açıklanan Orta Vadeli Program’a (OVP) göre, 2008 sonunda 10.436 dolara erişen kişi başına milli gelirimizin 2009 yılında 8.456 dolara düşeceği ve OVP’nin son yılı olan 2012’de bile yeniden 10 bin dolara erişemeyeceği tahmin ediliyor. Küresel krizin, Sayın Başbakan’ın deyimiyle “bizi teğet geçerken”, herhalde çok güçlü bir sürtünme etkisiyle, milli gelirimizin yaklaşık beşte birini tıraşladığı anlaşılıyor.
Başta istihdam hedefleri olmak üzere OVP’nin diğer öngörüleri de, önümüzdeki üç yılın Türkiye ekonomisi için atılım değil onarım dönemi olacağını gösteriyor. IMF’nin benimsediği standart şablona uygun olarak hazırlanmış olan OVP, Türkiye ekonomisinin ve Türkiye insanının önümüzdeki dönemde “nurlu ufuklar”a yönelemeyeceğinin kanıtı.

Bayram gününde düşünme fırsatı



Ekonomi inat kaldırmaz
Bayram gününde düşünme fırsatı
Ekonominin gerçeklerini doğru algılayıp ona göre davranmak yerine kendi özlemlerini ya da siyasi emellerini ekonomik gerçeklerin önüne geçirip ona göre ekonomiye yön verme hevesine kapılan siyasetçinin başı beladan kurtulmaz. Ekonomiyi gazeteci olarak izlemeye başladığım 1980’den bu yana bu tuzağa düşen çok siyasetçi tanıdım. Hiçbiri hatasının acı sonuçları ortaya çıkmadan yanlış yaptığını kabul etmedi. Ekonomiyi krize sürükleyen davranış biçimini kriz yaşanana dek inatla sürdürdü.
Başbakan Erdoğan özellikle son bir yıl içinde sergilediği tavırla bu zincire eklenen son halkayı oluşturdu. Küresel krizi doğru algılayamadığı için krizin etkilerini küçümseyerek ekonomiyi bu etkilerden koruyabileceğini sandı. “Ekonomide küçülmeyi kabul etmem” söyleminde ısrar ederek gerçeklerden koptuğu izlenimini güçlendirdi. “Kriz bize teğet geçecek” lafıyla mizahçıların favorisi haline geldi.
Türkiye’yi yönetenler küresel krizin olası etkilerini doğru algılayıp ona göre gerçekçi hedefler saptasalardı ve ekonominin aktörlerine buna göre yön gösterselerdi, Türkiye sağlam bir banka sistemiyle girdiği krizden bu kadar olumsuz etkilenmeyebilirdi. Sayın Başbakan’ın inadı buna olanak vermedi.

Hedef Merkez Bankası mı?
Şimdi gelinen noktada Başbakan Erdoğan bir yandan siyasi prim yaptığını düşünerek “IMF’ye posta koyan lider” rolünü oymaya devam ediyor, bir yandan da ekonominin gerçeklerini hesaba katarak politika belirlemeye çalışanlara uyarı mesajları gönderiyor.
Genel Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin’in yazdığına göre, Başbakan, basın - yayın organlarının yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıda, TC Merkez Bankası’nın (TCMB) durumunu tasvip etmediğini açık açık söylemiş.
Bir ara faizleri düşürmüyor diye suçlanan TCMB şimdi dünyanın en hızlı faiz indiren merkez bankası haline geldi ama hâlâ yaranamıyor Sayın Başbakan’a çünkü bazı gerçekleri dile getirmeye çalışıyor. Örneğin 17 Eylül’deki son faiz indirimi kararının gerekçesini açıklarken bakın hangi noktaları vurgulamış TCMB:
- İktisadi faaliyette gözlenmekte olan toparlanma yavaş ve kademeli olacak.
- Dış talep ve yurtiçi yatırım talebi zayıf seyrini sürdürürken istihdam koşullarında belirgin bir iyileşme görülmemektedir.
- Tüketim talebinin ise ikinci çeyrekte sergilediği kayda değer yükselişten sonra daha zayıf bir seyir izlemesi beklenmektedir.
- Küresel ekonomideki sorunların henüz tam olarak giderilememiş olması ve istihdam koşullarındaki olumsuz seyir toparlanmanın gücüne ilişkin belirsizliklerin devam etmesine neden olmaktadır.