Yıllardır tanıdığım, deneyimli bankacı müthiş endişeli ve öfkeliydi. “İstersen adımı da yazabilirsin” diyerek başladı lafa ve devam etti: “Ben bugünkü yönetim kadar dünyadan habersiz, ne yaptığını bilmeyen bir yönetim görmedim. Cahilce şeyler yapıyorlar, yaptıklarının neye yol açacağını bilmiyorlar. Göreceksin, yakında faizler de yükselmeye başlayacak.”
Buna benzer tepkileri daha sık duymaya başladım iş âleminde. Özellikle dünyada olup biteni izleyen kesimde giderek büyüyen bir kaygı var. Her ülke için, her banka ya da firma için risklerin büyük ölçüde
arttığı bir dünyada, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin, siyasi gerekçelerle ekonomideki sorunları hafife alması ve ülke riskini artırması ürkütüyor onları. Bunun faturasının mutlaka ödeneceğini düşünüyorlar.
AKP’nin derdi seçimBaşbakan Erdoğan’ın ne yapmaya çalıştığını daha iyi bilebilecek konumda olanlara göre, Başbakan’ın kafasında tek bir hedef var: AKP’nin 29 Mart yerel seçiminden oy oranını artırarak çıkması. Telaffuz edilen hedef ise % 50. Bu hedefe varmak o kadar önemli ki Sayın Başbakan için, finansal disiplinin sarsılması, iş âlemindeki ve dış dünyadaki tepkilerin artması umurunda bile değil. Seçimden istediği sonucu alana dek ekonomideki sorunları hafife almanın bir sakıncası olmayacağını düşünüyor herhalde.
‘Sefalet endeksi’Bu anlayışın tehlikelerini gören biri olarak, acaba Türkiye için farklı bir ‘sefalet endeksi’ oluşturabilir miyiz diye düşündüm. AKP’nin 29 Mart’ta oy oranını artırması, bu anlayışın Türkiye’deki egemenliğinin pekişmesi, dolayısıyla da ülkede sefalet yaşanması olasılığının yükselmesi anlamına gelecek.
Bu durumda AKP’nin oy oranına sanayi üretimindeki düşüş oranını, ihracattaki düşüş oranını ve işsizlik oranını ekleyerek bir ‘sefalet endeksi’ oluşturabiliriz belki de. AKP hedeflediği % 50 oy oranını tutturursa, öte yandan sanayi üretimi % 20, ihracat % 30 düşerse, işsizlikteki tırmanışı hesaba bile katmadan, bizim endeks 100 rakamına dayanır.
Eski ve kırık ‘hikâye’ Türkiye’yi kurtarır mı?Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) tarafından düzenlenen uluslararası konferansa katılan yabancı konuşmacılar, Türkiye ile ilgili değerlendirmelerinde, güncel duruma fazla vurgu yapmadan, hep o bildiğimiz ‘hikâye’yi tekrarladılar. Türkiye’nin 2003 - 2007 dönemindeki ‘başarı hikâyesi’nden hatırlarında kalanları saydılar. Bunlar arasında ilk akla gelenler:
- Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme yolunda önemli adımların atılmış olması
- Ekonomide IMF programının başarıyla uygulanması ve mali disiplinin sağlanması
- Kronik enflasyonun kontrol altına alınması
- Türkiye’nin ihracatında önemli artışlar olması
- Türkiye ekonomisinin yüksek büyüme hızlarına erişmesi
- Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye girişinde büyük artışlar olmasıydı.
Şimdi bir durup düşünelim: Bugün gelinen noktada, bu ‘başarı hikâyesi’nin devam ettiğini söylemek mümkün mü?
- AB aşkı son günlerde yeniden hatırlandı ama soğuyan ilişkiyi canlandırmak kolay olmayacak.
-IMF ile ilişkiler tam bir yılan hikâyesine döndü. Mali disiplin yerlerde sürünüyor.
- İhracattaki artış yüksek oranlı düşüşe dönüştü.
- Ekonominin çarkları durma noktasında, 2009’u sınırlı bir küçülmeyle atlatırsak başarı sayacağız.
‘Başarı hikâyesi’nden geriye kala kala “genç ve dinamik nüfusumuz” kaldı. Onu da iyi eğitip, istihdam edemiyoruz.
Türkiye’nin ‘hikâye’sindeki bozulmanın küresel boyuttaki büyük krizle ilişkisi var kuşkusuz ama krizden en az zararla çıkmak için de yeni bir ‘hikâye’ye ihtiyacımız var.
Obama çok kötü başladı Biz kendi hükümetimizi eleştirirken bir noktayı göz ardı etmemek gerektiğini de biliyoruz. Küresel düzeni temellerinden sarsan kriz, hemen her ülkede hükümetleri ciddi biçimde zorluyor ve kapasitelerini sınıyor.
Başta ABD ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede, hükümetlerin gelişmelerin gerisinde kaldığı ve bu ortamda halkın güveninin sarsıldığı da bir gerçek.
Öte yandan halen yaşanmakta olan krizin çıkış ve yayılış biçimi, ABD’nin dünya ekonomisindeki belirleyici konumunu bir kez daha gözler önüne serdi. Krizi tetikleyen ABD’nin krizden çıkışın da tetikleyicisi olabileceği umudu, Barack Obama’nın ABD’deki başkanlık seçimini kazanmasıyla daha da arttı. Herkes, Obama’nın Başkanlık görevini devralır almaz atacağı adımları merak etmeye başladı.
Startta kaldıAncak bugün gelinen noktada Obama’nın durumu, favori olarak girdiği yarışta startta kalan bir yarış atının durumuna benziyor. Yarış uzun ve baştan kaybettiği mesafeyi kapatma şansı var ama parlak bir başlangıç yapıp küresel boyuttaki karamsarlığı dağıtma fırsatını şimdilik kaçırmış görünüyor.
Obama’nın ABD ekonomisini ayağa kaldırmak için hazırladığı ekonomiyi canlandırma paketinin Kongre’deki macerası ve piyasalar tarafından beğenilmemesi kötü başlangıcın yalnızca bir boyutu.
Atama fiyaskosuDaha önemli olan Obama’nın büyük övgülerle ve umutlarla kilit görevlere getirdiği kişilerin geçmişteki kural dışı davranışları nedeniyle ya da Obama yönetimiyle uyumlu çalışma koşullarını bulamama gerekçesiyle görevden ayrılmak zorunda kalmaları. Obama’nın ticaret bakanlığına atadığı ikinci kişi olan Cumhuriyetçi Kongre üyesi Judd Gregg de böyle bir gerekçeyle görevden affını istemiş.
Obama bu kötü başlangıcı telafi edecek bir performans ortaya koyamazsa, müthiş bir kargaşa ve belirsizlik içindeki piyasalardaki güven bunalımının daha da derinleşmesi ve yeni şokların yaşanması kaçınılmaz olabilir.