Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen hafta içinde açıklanan veriler ve yapılan açıklamalar, ABD ekonomisinin yaşadığı sıkıntıyı bir resesyona girmeden atlatacağını iddia edenlerin haklı çıkmak için acele etmemeleri gerektiğini bir kez daha gösterdi. Hafta içinde açıklanan yeni verilere göre: 
-  ABD ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğindeki büyüme hızı ilk tahminlere göre % 1.9 olarak gerçekleşti. Oysa piyasalar büyümenin % 2.3 olarak gerçekleşmesini bekliyordu. 
-  ABD’nin ikinci çeyrekteki büyümesi tamamen ihracata dönük sektörlerin katkısıyla gerçekleşti. Bu katkı olmasaydı, ekonomide büyüme değil küçülme yaşanacaktı. 
-  ABD ekonomisinin bu yılın ilk çeyreğindeki büyüme hızı da % 0.9 olarak revize edildi. Daha önce yapılan tahmine göre ilk çeyrekteki büyüme % 1.0 olarak açıklanmıştı. 
-  Geçen yılın son çeyreği için yapılan revizyon ise ABD ekonomisini 2007’nin son çeyreğinde % 0.2 küçüldüğünü ortaya koydu. Oysa önceki tahminde ABD ekonomisinin 2007’nin son çeyreğinde % 0.6 büyüdüğü belirtilmişti. Böylece kısa bir resesyonun yaşandığı 2001’den beri ilk kez ABD ekonomisi bir çeyrekte küçülme yaşamış oldu. 
-  İşini kaybedenlerin sayısı, kötümser tahminlerin altında kalmakla birlikte temmuzda da arttı ve işsizlik oranı % 5.7’ye yükseldi.

NBER ne diyor?
Bu veriler ABD’nin resesyonla flört ettiğini gösteriyor ama ABD’de ekonominin resesyona girip girmediğini belirleme yetkisi National Bureau of Economic Research (NBER) adlı kuruluşa verilmiş durumda. NBER, “ekonomik aktivitede belli bir süre devam eden ciddi bir düşüş” olduğuna kanaat getirince, ekonominin resesyona girdiğine karar veriyor. Bu koşulların yerine gelmesi için gerekli süre ise 6 ila 18 ay arasında değişebiliyor. 2001’de olduğu gibi kısa süren resesyonlarda NBER açıklamasını ancak resesyon bittikten sonra yapabiliyor.
NBER’in resesyonla ilgili kararı verecek olan komitesinin Wall Street Journal’a açıklama yapan üyeleri, ekonominin genel büyümesini ölçen GSYİH rakamının yanı sıra istihdama, ücret ve gelir artışlarına, sınai üretime, toptan ve perakende satışlara ve daha birçok göstergeye bakarak resesyonla ilgili kararı verdiklerini, bu nedenle kısa sürede bir açıklama beklenmemesi gerektiğini belirtiyorlar. (WSJ, 28 Temmuz 2008)

Haberin Devamı

ABD’de resesyon tartışması yeniden alevlendi

Kapatma krizi atlatıldı ama temeldeki sorun çözümlenmedi
AKP rakipsiz kaldıkça sorun yaşarız

Haberin Devamı

ABD’de resesyon tartışması yeniden alevlendi


Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kapatılması istemiyle açılan davanın kapatma kararıyla sonuçlanmaması, yurtdışında, piyasalarda ve herhalde Türkiye’nin önemli bir bölümünde belirgin bir rahatlamaya yol açtı. AKP’nin kapatılması nedeniyle büyük bir düş kırıklığına uğrayanlar da vardı kuşkusuz ama, partinin kapatılması halinde doğabilecek kargaşa onların bazılarını bile kaygılandırıyordu.
İngiliz ve Amerikan gazetelerinin adeta söz birliği etmişçesine attıkları başlıklara göre “Türkiye uçurumun eşiğinden dönmüştü”, “siyasi kaos son anda önlenmişti” ve “demokrasi kurtulmuştu”. Son haftalarda kendilerini “kapatılmama” kararına hazırlayan finansal piyasalar umdukları kararın çıkmasını Türkiye’ye yatırım yaparak kutladılar ve borsa yükseldi, döviz ucuzladı, faizler geriledi.

Sorun aşıldı mı?
Neden böyle oldu? Türkiye’de şu anda seçim kazanacak seçmen desteğine sahip tek parti görünümünde olan AKP’nin mahkeme kararıyla kapatılması halinde ülkenin bir kargaşaya sürükleneceği fikri, neden bu kadar yaygın kabul gördü?
Bunun başlıca nedeni AKP’nin kapatılması halinde Türkiye’de nelerin olabileceğini tahmin etmenin son derecede zor olmasıydı. AKP’nin kapatılması halinde onun yerini alacak yeni bir partinin kurulacağı, erken seçime gidileceği ve AKP çizgisinin yeni bir ad altında sürdürüleceği söyleniyordu ama bu formüller kimseye fazla güven vermiyordu.
Öte yandan AKP’nin hedefleri, ekonomideki ve dış politikadaki yaklaşımı ve yönetim tarzı az-çok biliniyordu. Buna karşılık AKP’nin kapatılmasını ve AKP anlayışının iktidardan uzaklaştırılmasını isteyen kesimin ülkeyi nereye götürmek istediğini bilen yok gibiydi. Bu kesimde dile getirilen özlem ve sloganlar, ülkenin sonu belirsiz maceralara sürüklenmek istendiğini düşündürüyordu. Oyunun kurallarını zorlayarak AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak isteyenlerin ve mevcut muhalefet partilerinin seçim kazanma şansının bulunmaması da siyasi rejimin geleceğiyle ilgili belirsizliği artırıyordu.
AKP’nin kapatılmamış olması ve bu belirsizliğin şu an için aşılmış görünmesi ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak algılandı ve piyasaları da coşturdu. Ancak AKP’nin karşısında ona karşı güçlü seçenek oluşturacak bir siyasi partinin bulunmaması, kapatma davasına da yol açan asıl sorunun hâlâ ortada durduğunu gösteriyor. Bu koşullar altında AKP’nin ve ülkenin yeni sorunlarla karşılaşması olası.

Çözüm AKP’ye mi bağlı?
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara katılan 10 yargıcın AKP’nin “laiklik karşıtı hareketlerin odağı” olduğunu kabul etmesi ve Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın kararı açıklarken yaptığı uyarılar, AKP’nin bundan sonra yoluna devam ederken çok daha dikkatli davranması gerektiğini gösteriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın ilginç uyarısı da aynı doğrultuda. Şöyle diyor Sayın Toptan: “Anayasa Mahkemesi, 10’a 1 gibi büyük bir çoğunlukla odaklığı kabul ettiğine göre herkesin dikkat etmesi, ders alması gereken çok önemli unsurlar var. Başbakan’ın ne yapması lazım geldiğini kendisi bilir. Parti ve herkes için söylüyorum, söylemlere daha dikkat etmek lazım. Laiklikle ilgili iddiaları daha çok ciddiye alarak üzerinde durmalı.” (Hürriyet, 1 Ağustos 2008)
Ancak AKP içinde ve AKP’ye destek verenler arasında bu görüşe karşı çıkanlar da var. Onlara göre AKP’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını ciddi bir uyarı olarak kabul edip daha uzlaşmacı davranması, aslında gerçek demokrasiye gölge düşüren vesayet rejiminin sürmesini kabul ettiği anlamına gelecek. Oysa onlara göre,  AKP’nin gerçek misyonunun, bu vesayet rejimi ile hesaplaşmak ve onu ortadan kaldırmak olması gerekiyor.
AKP yönetiminin önümüzdeki dönemde bu iki seçenek arasında bocalaması beklenebilir. Bu nedenle sorunun çözümünü tek başına AKP’den bekleyemeyiz. AKP’nin karşısına, güçlü bir toplumsal tabana dayanan, dış dünyanın ve piyasaların da ciddi bir alternatif olarak algılayacağı bir siyasi parti çıkaramadığımız sürece yeni krizlere kendimizi hazırlamalıyız.

Beklenti yağmuru ne getirir?
AKP’nin kapanma tehdidini atlatıp şu an için “yola devam” vizesini alması, hükümetin bir beklenti yağmuruyla karşı karşıya kalmasına yol açtı. Hemen her kesim hükümetten beklentilerini dile getirdi. İşte gazete manşetlerine yansıyanlardan bazıları:
-  “AB: İşbaşı zamanı” (Milliyet)
-  TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu: “Şimdi yeniden işe koyulma zamanı” (Y.Şafak)
-  MÜSİAD Başkanı Vardan: “Yeni Anayasa’ya öncelik verilmeli.” (Y.Şafak)
-  “Ekonomi reform takvimi bekliyor” (Dünya)
-  “Dava bitti, sıra IMF’ye geldi.” (Dünya)
-  Anadolu iş dünyası: “Belirsizlik ortadan kalktı, yeni nesil reformlar acilen hayata geçirilsin.” (Dünya)
Bu beklentiler iyi güzel de ne kadar gerçekçi acaba? Geçen yılın 22 Temmuz’u ile kapatma davasının gündeme geldiği bu yılın 14 Mart’ı arasında AKP hükümetinin bu konulara öncelik vermesini kim engelledi? AKP’nin bunlara eğilmesini önleyen şey kapatma davası mıydı? Şimdi kapanmaktan kurtulmuş olması, AKP’nin yeni bir yaklaşımla farklı önceliklere yönelmesini sağlayabilecek mi acaba?