Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki en büyük benzerlik, tabandaki kitlelerin oyu ile tavandaki yönetici seçkinlerin tercihleri arasındaki uyumsuzluk galiba. Avrupa’nın siyaset erbabıyla AB bürokrasisinin, genişleyen AB’nin hangi kurallara göre yönetileceğini belirlemek amacıyla geliştirdiği anayasa niteliğindeki metinler AB üyesi ülkelerde halkın onayına sunulunca kabul görmüyor. Yoğun çabalarla hazırlanan AB Anayasası’nın 2005’te Fransa ve Hollanda’da reddedilmesi üzerine onun yerini almak amacıyla kotarılan Lizbon Antlaşması da halkoyuna sunulduğu tek ülkede, İrlanda’da reddedildi.
Tek bir ülkenin kabul etmemesi bile Antlaşma’nın uygulanmasını engellediği için AB’nin küresel bir güç olarak sahnede yer almasına olanak vermesi beklenen düzenleme suya düştü. AB üyeliği sayesinde adeta çağ atlayan İrlanda’daki oylamanın da gösterdiği gibi, Avrupalı birçok seçmenin AB ve Brüksel bürokrasisi ile sorunu var. Kendi kontrol edemediği birilerinin vereceği kararlarla yönetilmeye karşı bir tepki bu. Yerel ve ulusal yetkilerin AB’ye devredilmesine karşı bir tepki. Bu tepki, AB’nin üye ülkeler yerine yetki kullanan küresel bir oyuncuya dönüşmesine de set çekiyor aslında.
AB genişleme sürecinin geleceği ve Türkiye’nin AB üyeliği açısından da hayli iç kapayıcı bir tablo bu. Genişlemiş AB’nin nasıl yönetileceği konusunda üyeleri arasında mutabakat sağlayamayan bir AB’nin bundan sonraki genişlemeye öncelik vermesi herhalde pek kolay olmayacak. AB standartlarını tutturmaya çalışmanın Türkiye için önemi ortada ama AB üyeliğinin görünür gelecekte gerçekleşeceğine güvenmenin ne kadar doğru olduğunu sorgulamak gerekiyor.
Siyasi tansiyondaki tırmanış yükselen faizlere yansıdı
Türkiye çıkmaz sokağa giriyor
Türkiye yönünü ve kimliğini arayan ülke görünümünde bocalarken ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile onu devirmek isteyenlerin göze almış göründüğü bir hesaplaşmaya doğru giderken küresel yarışta rakibimiz olan ülkeler dev bir yatırım atılımının heyecanını yaşıyor. Küresel sermaye gözünü bu dev projelere dikmiş, bu büyük atılımın finansmanına nasıl katılacağını düşünürken biz birbirinin gözünü oymaya kararlı cephelere ayrılmış halde karanlık bir çıkmaz sokağa doğru sürükleniyoruz. Bu tablo iç ve dış piyasalardaki Türkiye görüntüsünü bozuyor, gerilimi artırıyor ve bu da faizlerdeki tırmanışa yansıyor.
Bu gidişin Türkiye’ye büyük zarar vereceği açık. Ülkeyi bir çıkmaz sokağa sürükleyip orada kozlarını paylaşmaya hazırlanan iki cephede yer alanlar bunun ne kadar farkında bilmiyorum ama şöyle bir tahminim var: Bana öyle geliyor ki her iki cephede yer alanlar, yanlış varsayımlar yaparak bu kavgadan kazançlı çıkacaklarını düşünüyor ve ülkenin tartışmasız hâkimi haline gelme umudunu taşıyor. Bu hesaplaşmanın kendilerine ve ülkeye verebileceği zararın boyutunu ise galiba pek dikkate almıyor.
Batıyor muyuz?
Bu hesaplaşmanın doğrudan tarafı olmayan insanlar ise giderek derinleşen bir kaygıyla izliyor olan biteni. Son günlerde “acaba batar mıyız?” ya da “2001’deki gibi bir kriz yaşar mıyız?” türünden sorulara çok sık muhatap olmaya başladım. Ülkenin bir çıkmaza doğru sürüklendiği hissi ve bunun herkesin hayatına yansıyacak olumsuz sonuçları olacağı beklentisi giderek yaygınlaşıyor.
Finansal piyasaların bu gidişata kayıtsız kalması beklenemezdi. Son haftalarda ve günlerde Hazine’nin borçlanma faizlerinin kademeli olarak artmaya başlaması ülkedeki gerilimin mali piyasalara yansımaya başladığını gösteriyor. Bu ortamda faizlerin daha da artacağı beklentisinin yaygınlaşması kendini besleyen bir süreç yaratmış durumda. Hazine kâğıdını bugün almayıp yarını bekleyen yatırımcı bundan kârlı çıkacağını düşünüyorsa doğal olarak talebini erteler. Hazine hemen borçlanmak zorundaysa mecburen faizi yükseltir.
Önümüzdeki iki ay içinde büyük borç itfaları (geri ödemeleri) bulunan Hazine’nin bu beklentiyi değiştirmeden bu kısır döngüyü kırması kolay değil. Olumsuz beklentiyi yaratan faktörler ise çoğunlukla Hazine’nin doğrudan kontrolü dışında. Siyasi hesaplaşmayı göze alanların yarattığı faturayı sonunda Hazine ve tabii ekonomi ödemek zorunda.
Ülkeler kolay kolay batmıyor ama ciddi sarsıntılar yaşayabiliyor. Şimdi biz AKP ve karşıtları arasındaki hesaplaşma nedeniyle ekonomimizde ciddi bir sarsıntı yaşamanın koşullarını yaratmaya çabalıyoruz.
Duvara toslar mıyız?
Şimdi biz bu çıkmaz sokakta vuruşarak ilerlemeye devam edersek sokağın sonundaki duvara toslayarak ekonomide ciddi bir darbe yiyebiliriz. Ekonominin hemen tüm göstergelerinde kendini belli eden bozulma ve büyümeden enflasyona tüm hedeflerin anlamsız hale gelmesi beklentileri çok kötü etkiledi ve belirsizliği aşırı ölçüde tırmandırdı. Gelinen noktada:
- Ülkenin siyasi geleceği belirsiz, bin bir senaryo var tedavülde.
- Hükümetin siyasi belirsizliği gidermek için anlamlı bir şey yapma arzusu ve kapasitesi yok gibi.
- Hükümetin ekonomideki belirsizliği azaltacak önlemler konusunda da ciddi bir hazırlığı olduğunu göremiyoruz.
- Dış kaynak girişinde ciddi yavaşlama var, çok kısa vadede park etmiş olan paranın da faiz artışlarına endeksli bir duruşu var.
- Hazinenin borçlanma faizlerindeki yükselişin sürmesi halinde bunun bütçedeki olumlu görüntüyü tersine çevirmesi de mümkün.
Hükümet durumun vahametini kavrayıp bu tabloyu değiştirecek adımları atamazsa ve çıkmaz sokaktaki hesaplaşma yeni boyutlar kazanarak sürerse bir kez daha duvara toslayabiliriz. Hiçbir kriz öncekinin aynen tekrarı olmaz, 2001 krizini yaratan koşulların çoğu bugün için geçerli değil ama bu sarsıntıyı hafif atlatacağımız anlamına da gelmiyor.
Rakiplerimiz 22 trilyon dolarlık yatırıma hazırlanıyor
Türkiye kendi içinde bir hesaplaşmaya sürüklenerek küresel perspektifi kaybetmiş görünürken bizimle birlikte “Yükselen Pazar” diye nitelenen ülkeler dev boyutlarda bir altyapı yatırımı atılımına hazırlanıyor. The Economist dergisinin haberine göre, başta Çin ve Hindistan olmak üzere hızlı kalkınma çabasına odaklanmış olan “Yükselen Pazar” ülkeleri 2008 - 2017 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde, bugünün fiyatlarıyla 22 trilyon dolarlık altyapı yatırımını gerçekleştirmeyi amaçlıyor.
Söz konusu altyapı yatırımlarında havayolu ve karayolu taşımacılığı, elektrik ve enerji üretimi, haberleşme ve iletişim ağlarının geliştirilmesi gibi alanlarda yapılacak yatırımların öncelik alması bekleniyor. Bu yatırımların finansman gerekleri küresel finans devlerinin yoğun ilgisini çekerken bu dev yatırımlar nedeniyle doğacak olan yatırım malı talebi de bu malları üreten firmaların ve ülkelerin iştahını kabartıyor.
Melih Aşık
BİLİM VE SANAT
24 Aralık 2024
Cem Kılıç
Emekli olmak isteyen eksiği nasıl tamamlar?
24 Aralık 2024
Ali Eyüboğlu
Her kuşağın sevdiği sanatçı
24 Aralık 2024
Çağdaş Ertuna
Tacizi anlatan filmde başrole taciz skandalı
24 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Aslan | Yeni hedeflere yol alıyorsunuz
24 Aralık 2024