21 Şubat Dünya Rehberler Günü’nde, İzmir Rehberler Odası’nın düzenlediği kutlama etkinliklerine katılıp rehber dostlarımı kutladım. Etkinlik sonrası İzmir Sanat Bahçesi’nde, Profesyonel Turist Rehberi Sayın Osman Ünal’la, rehberin günlüğü üzerine yaptığım söyleşinin özetini paylaşıyorum.
“Geçen pazartesi günü bir telefon aldım. İstanbul’dan bir acente, bir gece konaklamalı Efes ve İzmir turu yapmamı önerdi. 4 kişilik Alman aile, İstanbul seyahatleri sırasında Ege Bölgesi’ni de görmek istiyorlardı. Çocukları 9 ve 15 yaşlarında, baba mühendis, anne ise öğretmendi. Araç olarak bir Vito kiralanmıştı. Aile tur sırasında alışveriş ziyareti yapmak istemiyordu. Akşam öğretmen eşim okuldan dönünce, ertesi gün tura çıkacağımı söyledim. Kısaca rota ve ziyaretçiler hakkında bilgi verdim. 32 yıl boyunca artık alışık olduğumuz süreç evde başladı. Tur sırasında hava durumuna bakıp, iki gün ne giyeceğime karar verip küçük bir çanta hazırladım. Evde tur süresine uygun her türlü çanta bulunur. Cüzdanım, lisans belgem ve akşam okumak için yanıma aldığım kitabımı da el çantama yerleştirdim.
Uçak 09.10’da inecekti. Araç sürücüsünü aradım, kendimi tanıtıp 08.30’da havaalanında buluşma ayarladım. Sabah 08.00 gibi, duşumu alıp, tıraş oldum, sade ama uyumlu kıyafetlerimi giydim, eşim ve oğlumla vedalaştım. İZBAN ile havaalanına 08.25’de ulaştım. Şoförümün park ettiği yeri öğrenip, yanına gittim. Tanıştıktan sonra aracın temizliğini, havalandırılmasını, emniyet kemerlerini, mikrofonu ve soğutucuyu kontrol ettim. Araçta yeterli su, maske, dezenfektan vardı. Sürücüye kısaca kuralları hatırlattım. Yoldan emin değilse mutlaka sormaktan çekinmemesini, müşteri yanında sigara içmemesini, yolculuk sırasında cep telefonunu sessize alıp, molalarda arayanlara dönmesini, tur sırasında telefonu hep yanında ve açık olması gerektiğini hatırlattım. Uçak zamanında indi. Elimde konukların adları yazılı olan levha ile beklemeye başladım. 09.30’da konuklar göründü. Beni fark etmelerini sağlayıp, “Hoş geldiniz!” diyerek karşıladım. Birlikte araca doğru yürümeye başladık. Çocuklar yorgun görünüyorlardı, uçağa yetişmek için erken kalkmışlar, ayrıca kahvaltı edememişlerdi. İlk durağımızın Meryem Ana Evi olduğunu, bu sürede biraz kestirebileceklerini söyleyip, dinlenmeleri için mikrofonunu kapattım, araç sıcaklığını kontrol edip kitabımı elime aldım… Selçuk’a gelince konukları uyandırdım. Kaleyi ve önünden geçtiğimiz küçük camileri gösterdim. Bizans ve Osmanlı dönemlerine değinip, Efes kenti hakkında gerekli bilgileri verdim. 8 km dağa tırmanacağımızı, bu manzarayı kaçırmamalarını söyledim, daha sonra araçtan indik. Kısa bir turla Meryem Ana Evi’ni ve çevresini gösterdim. Dışarıda ayin hazırlıkları vardı, dini törenlerden ve nikah merasimlerinden bahsettim, şifalı suyun tadına baktık, resimlerini çektim ve araca dönmeden Türk Kahvesi içmeye davet ettim. Çocuklar meyve sularını, bizler sade kahvelerimizi içerken, Kendilerinden Türkiye izlenimlerini anlatmalarını rica ettim…
Saat 10.30’da araca döndük, kısa süre sonra Efes üst kapıda indik. Harita üzerinde kentin gelişimini, limanın dolmasını, sıtma hastalığı ve terk edilişini, kazı tarihini, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girişini anlatıp, çevredeki kalıntıların neler olduğunu açıkladım. Aralarda resimler çektirip, soruları üzerinden açıklamalarımı yaparak 90 dakika sonra alt kapıya ulaştım. Tuvalet ve portakal suyu molası verip, yemek için Selçuk’a hareket ettik. Büyük çocuğun Gluten hassasiyeti olduğunu öğrenince Selçuk Köftecisi’ne karar verdim. Ortak yiyebileceğimiz Kabak Çiçeği Dolması, Yaprak Sarması ve Patlıcan Ezme dışında Çöp Şiş siparişi verip, yanında ayran önerdim.
Yemekten sonra Efes Müzesi’ne yürüdük. Müze çocuklar için çok eğlenceli geçti. İmparatorlar, mitolojik kahramanlar ve hikâyelerle 40 dakika hemen bitti. Artemis Salonu’na bayıldılar. Müze dükkânında çocuklar hatıra eşya ararken biz büyükler de çaylarımızı içtik, günün geri kalanı için plan yaptık. Otelin kapalı havuzu olduğunu, yorgun olan çocukları yemekten önce biraz eğlendirmenin iyi olacağını söyleyip, Kuşadası’ndaki otelimize doğru yola koyulduk. Otele giriş yapıp, akşam yemeğinde buluşmak üzere vedalaştık. Akşam yemeği açık büfeydi. Glutensiz yiyecekleri seçmelerine yardım ettim. Yemekten sonra arzu ederlerse Kuşadası sahiline yürüyüş yapıp, bir şeyler içebileceğimizi söyledim. Çocukları yatırıp geldiler. Güzel bir akşam oldu, Kapadokya ve Mardin’i görmek istediklerini söylediler. Kartımı verdim, artık Türkiye’de bir arkadaşları olduğunu, her zaman arayabileceklerini söyledim…
Profesyonel Turist Rehberi Sayın Osman Ünal’ın anlatmasından rehberlik mesleğinin ne kadar sorumcululuk ve titizlik gerektirdiğini bir kez daha anlamış oldum, kendisine verdiği bilgiler için teşekkür ederim.