Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bahçeşehir Üniversitesi’nce Prof. Yılmaz Esmer başkanlığında yapılan ‘Değerler Araştırma’, Türkiye’de toplum ve siyaset üzerine çok önemli ipuçları veriyor. O nedenle uzun boylu tartışılmasında yarar var.
Araştırma sonuçlarında ilk göze çarpan husus, Türkiye’nin sağ muhafazakâr bir yapısı olduğu, dahası farklılıklara fazla tahammülü olmayan, hoşgörü sınırı az bir toplum tablosu çizdiği. Zaten sağ muhafazakâr demek, ‘hoşgörüsüz’ demektir diyebilirsiniz. Kısmen doğru, kısmen değil. Ben bu araştırma sonuçları vesilesi ile öncelikle bu hususu biraz tartışalım diyorum. Bir siyasal akım olarak ‘muhafazakârlık’ çoğunlukla dindarlıkla ama bu ilişki sorunsuz ve doğrudan bir ilişki olmayabilir. Daha önemlisi, ‘dindar’ ve bu manada muhafazakâr olmak ile hoşgörüsüz olmak arasında illa doğrudan bağ olması gerekmez. Bu noktada, bir ülkede sağ muhafazakâr değer ve siyasetlerin aynı zamanda ‘otoriter’ yapıda olup olmadığı önemli bir ayrım teşkil eder veya etmelidir.
Bu açıdan, araştırma sonuçlarına ilişkin ‘Yüzde 61: Kadın mayo giymesin’ şeklinde bir başlık dikkatimi çekti, bu başlık altındaki bulgu, ‘Mayo giymek günahtır’ diyenlerin oranının yüzde 61 olduğu idi. Aslında, bir şeyin günah olduğunu düşünmek başka, ‘Kimse o günaha girmesin, yasaklansın’ demek başka şeydir ve bunlar iki ayrı ‘toplumsal-siyasal tutum’a işaret eder. Bir şeyin bir dini inanca göre günah sayılması başka, doğrudan ona karşı baskıcı tutum alınmasını, yasaklanmasını talep etmekten başka şeydir. Bir Müslüman için, içki içmek net bir biçimde günahtır. Dini inancı güçlü toplumların günah olan şeyi günah saymamasını beklemek anlamsızdır. Toplumsal özgürlükler ve demokrasi açısından önemli olan, inançların, değerlerin dayatma halini almaması, bu türden bir tavrın benimsenmemesidir. Muhafazakârlık ve/veya dindarlık baskıcı, dayatmacı tedbirleri öngördüğü ölçüde otoriter siyasetleri besler.

Halkımız oldukça hoşgörüsüz!
Muhafazakâr değerlerin hâkim olduğu toplumlarda bu değerlerin kamu hayatını tanzim etme eğilimini doğuracağı düşünülebilir. Ben muhafazakârların ve/veya dindarların değerleri doğrultusunda kamu hayatına ilişkin taleplerini, bu taleplerin siyasi ifadesini, ‘meşru bir demokratik hak’ olarak gören biriyim, tersi demokratik anlayışa aykırı olur. Burada demokratik açıdan önemli olan, muhafazakâr değerlere ilişkin taleplerin, başkalarının özgürlüklerini kısıtlama değil, inançları kamusal hayat içinde yaşama açısından özgürlükler alanının açılması doğrultusunda olmasıdır.
Türkiye’de muhafazakârların özgürlükler ve demokratik hoşgörü açısından zaafları ayrı bir tartışma konusudur. Ancak, laik kesimin muhafazakârlık konusundaki temel kaygısının, dini değerlerin baskıcı bir siyasal-toplumsal tavra dönüşüp dönüşmemesinden ziyade, bu değerlerin kendisini ‘sorun’ etme alışkanlığı şeklinde tezahür ettiği de bir gerçektir. Keşke, ‘Mayo giymek günah’ diyenlere ‘Peki, yasak mı olsun?’ diye de sorulsaydı. Böyle bir ayrımın olup olmadığı veya ne ölçüde olduğu daha iyi görülebilirdi. Nitekim ‘kızları şortla dolaşan komşu istemeyenler’in oranının yüzde 26 olması bu yönde bir ipucu veriyor. Demek ki, bir şeyi günah sayma ile ona tahammülsüzlük tam örtüşmüyor, ayrıca ‘komşu istememek’ ile ‘yasaklamak’ arasında da bir ayrım var. Bu noktada olsa olsa meşhur ‘mahalle baskısı’ söz konusu olabilir.
Bu ayrımları önemsiyorum, zira Türkiye’de muhafazakâr sağ siyasetlere ilişkin temel sorunun itikadı temelli muhafazakârlık değil, siyasi temelli otoriterlik eğilimi olduğunu düşünüyorum. Dahası, laik kesimin yakın zamana kadar bu hususu fazla dert etmemesinin sağ muhafazakâr otoriterliğin yükselişine katkı sağladığını düşünüyorum. Diyeceksiniz ki, ‘laik kesim kendisi ne kadar demokrattı ki, sağ muhafazakârlık açısından öncelikle otoriter zihniyet konusunu sorun etsin?’ O da ayrı bir mesele. En kötüsü, şimdilerde, kendine liberal demokrat diyenlerin çoğu da, zamanında laik kesimin yaptığının tam tersine bir savrulma içinde, ‘muhafazakârların demokratlığı’nı sorgulamayı neredeyse yasak ilan etmiş vaziyette. Belli ki, hiçbir dönemde ve durumda otoriter siyasal-toplumsal eğilimleri dert eden fazla sayıda insan yok.
Araştırma sonuçlarına göre, öyle görünüyor ki, halkımız muhafazakârlıktan bağımsız olarak da, oldukça hoşgörüsüz. Bu demokrasimizin geleceği açısından hayra alamet değil. Keşke, bir de ‘siyasal değerler’ araştırması yapılsa da, acıklı tabloyu daha iyi görebilsek.