Salı günü, Dersim vesilesi ile ‘tarih’le yüzleşmenin bugünü değerlendirmek açısından önemi üzerinde yazmaya çalıştım ve bu konuya devam etmek istediğimi söyledim. Amacım, ‘Kemalizm’le veya CHP çizgisi ile hesaplaşmak için yola çıkanların önünü kesip, ‘asıl muhafazakâr sağ geleneğin geçmişine bakın’ demek değildi. Tam tersine, ‘toplumsal barış ve demokrasiyi öne çıkaracak bir gelecek inşa etmek istiyorsak, topyekün bir yüzleşmeyi göze almalıyız’ diyorum.
Cumhuriyetçi otoriter siyaset geleneğinin yanı sıra, ona karşı tepki olarak gelişen muhafazakâr-sağ siyaset çizgisinin de farklı bir otoriter gelenek oluşturduğunu ve bu iki otoriter geleneğin ikisi ile birlikte yüzleşmek gerektiğini düşünüyorum. Dersim katliamı konusunda, sağ-muhafazakâr geleneğin Fevzi Çakmak’ın isminin üstünü örtme gayretini bu neden ile örnek olarak gösterdim. Diğer birçok konuda olduğu gibi, Kürt meselesi açısından da, her iki siyasal geleneğin otoriter anlayışının diğerini aratmayacak nitelikte olduğunu hatırlatmaya çalışıyorum. Tarihle yüzleşip, otoriter siyaset anlayışı ile hesaplaşacak isek, bunu doğru dürüst yapalım diyorum.
‘Medenileştirme’ süreci
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde ve sonrasında CHP çizgisi ile ona muhalif çizgi arasındaki anlaşmazlıklar, birçok alanda otoriterlik ve demokrasi arasındaki farklı tercihlerden kaynaklanmıyordu. Bu noktada, mesela, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyimi dolayısı ile muhalif kimliği ve Partisinin ‘Dine hürmetli’ olduğu ibaresi yüzünden muhafazakâr çevrenin itibarına mazhar olan Kazım Karabekir’in(*) Kürt meselesine ilişkin tedbirlerle ilgili itirazlarına bir göz atalım. Karabekir, 4/6/1339 (1923) tarihli ‘Erkan-ı Umumiye Riyasetine’ sunduğu mütalaasında, ‘Aşiretlerin kaldırılması’ tedbirine ‘erken’ olduğu için karşı çıkıyordu. İkinci tedbir olarak ‘Kürtlerin askere alınması’na ise birçok neden ile karşı çıkıyordu. Bu nedenlerin başında Kürtleri askere alma çabasının gerçekçi olmayacağı hususu geliyordu, ama mesele bundan ibaret değildi. Karabekir, “Askere geldiklerini ve iyi terbiye aldıklarını farz edelim. Siyaseten bize aleyhtar oldukça bu talim ve terbiye aleyhimize olacaktır. Çünkü herhangi bir hal karşısında Türk askerinden ve bilhassa top ve makineli, tayyare tesirlerinden korkan Kürtler, talim ve terbiye aldıktan sonra bunlardan korkmayacak ve siyasi entrikalar fiili sahaya geçerse meselenin halli kolay olmayacaktır” diyordu. İmar ve ‘medenileştirme’ sürecinden önce “Kürtleri askere almak demek, düşmanlarımıza, propagandalarınızı daha kolay yapın demektir” diye ekliyordu. Sadece bu kadar da değil, medenileştirme sürecinin bir ucunda da dini ıslah meselesi vardı; Karabekir, “Kürtler diyanetten, selabetten de mahrum olduklarından birkaç yerde Türk uleması nezdinde medreseler açmalıdır” tavsiyesinde bulunuyor. Dahası, “Kürdistan üç kısma bölünmelidir... Siirt-Diyarbekir yani Dicle boyu. Bunlardan en mühimi Malazgirt ve Nizamiye mıntıkalarına kuvvetli Türk köyleri yerleştirilmeli” diyordu.
Kürt meselesine bakış
CHP çizgisinin de, ona karşı oluşan çizginin de, en başından Kürt meselesine bakışta çıkış noktalarının ne ölçüde ortak olduğunun sayısız örneği vardır. Cumhuriyet tarihi boyunca CHP’nin ulus devlet kurma adına pekiştirdiği milliyetçi politikalara, 1950’den sonra muhafazakâr-sağ milliyetçilik politikaları ve söylemleri eklenmiştir. Aralarındaki yarış ve rekabet, ‘daha milliyetçi’ olmak adınadır. Bu sadece Kürt meselesi için değil, Soğuk Savaş dönemi boyunca, sol siyasetlerin sindirilmesi konusunda da, genelde demokratik siyaset mücadelesinin her alanında böyle olmuştur.
CHP çizgisinin ‘sosyal demokrasi’ çerçevesinde, muhafazakâr sağ siyasetin ‘muhafazakâr-demokrasi’ çerçevesinde demokratikleşme parantezleri ise maalesef kısa ömürlü oldu. Geldiğimiz nokta ortadadır. Böyle bir ortamda tarihle yüzleşmeyi ağzına almaya kimsenin yüzü olamaz ve olamıyor, tarihle yüzleşmek, taraflarının birbirini yıpratma aracı olmanın ötesine geçemiyor.
* Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Faruk Özergin, Emre Yayınları, 1995, 46-48