Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçtiğimiz hafta sonu, Cengiz Çandar’ın TESEV için kaleme aldığı ‘Dağdan İniş, PKK nasıl silah bırakır’ raporu, iki gün süren bir toplantılar dizisi çerçevesinde tartışıldı. Çok önemsememe ve çok istememe rağmen, üniversitede dönem sonu yoğunluğuna rastladığı için, maalesef bu toplantılara katılamadım, tartışmaları basından izlemek durumunda kaldım.
Hemen söyleyeyim, birçok konunun halen adının konulmasından bile kaçınılan, çoğunluğun karnından konuşmayı bırakmamaktan vazgeçmediği ‘Kürt meselesi’ açısından bu çalışma çok önemli ve olumlu bir adım. Ancak, halihazırda, hak ettiği ilgiyi görmedi ve yeterince tartışma konusu yapılmadı. Bunun en önemli nedeni, kuşkusuz, tutuklu milletvekilleri konusunda YSK kararına ilişkin yaşanan kriz. Bugün, TBMM’de yemin günü ve belli ki, kriz daha da derinleşecek. Diğer taraftan, tam da bu nedenle, yani bu krizi daha iyi anlamak açısından Çandar’ın raporu daha da önemli bir tartışma zemini olarak görülmeli.

Benim bazı çekincelerim var
Diğer taraftan, Çandar’ın ‘PKK olayı bir Kürt isyanıdır’ tespiti konusunda benim bazı çekincelerim var. Bu tespitin çıkış noktasını oluşturan, ‘Kürt meselesi’ni, ‘terör’ kavramı ve anlayışı içine hapsetme anlayışına itirazın çok isabetli ve ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Nitekim, özellikle, geçtiğimiz iki ay içinde yazdığım yazılarda, bu konuyu ben de elimden geldiğince vurgulamaya çalıştım. Ancak, PKK’nın motor gücünü oluşturduğu ‘Kürt siyasal hareketi’nin, salt ‘bir Kürt isyanı’ olarak tanımlanmasına eklenecek hususlar ve yapılacak bazı itirazlar olduğunu düşünüyorum.

Bu ‘Kürt siyasal hareketi’dir
‘Kürt isyanları’nın tarihçesi konusunda farklı kronolojiler yapmak mümkün. Bu konuda yazan bazıları, Osmanlı dönemi boyunca Kürt bölgesindeki tüm isyanları ‘isyan tarihi’ne dahil ediyor, diğer bazıları 1925 Şeyh Said isyanı ile başlayan, Cumhuriyet dönemi isyanlarını esas alıyor. Her iki durumda da, Kürt isyan tarihini, tarihsel koşullarından soyutlayarak, kolayca bir ‘uluslaşma’ metni içine yerleştirmek zor. Ancak, asıl önemlisi, PKK öncülüğünde ilerleyen hareketin, önceki isyanların sıradan bir ‘devamı’ veya bu dalganın ‘son temsilcisi’ olup olmadığı konusudur. Bu noktada, PKK hareketinin temel çıkış noktalarından birinin, ‘kendisini diğerlerinden ayırt etme’ vurgu ve çabası olduğunu hatırlamakta yarar var.
PKK öncülüğündeki hareket, kendinden önceki isyan hareketlerini ‘feodal’ çerçevede ve ölçekte kalan hareketler olarak değerlendirerek yola çıktı. Bu çıkış, hareketin, sol siyaset bakışına dayalı ve sınıfsal dinamikleri vurgulayan bir hareket olması çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak, bu çıkış aynı zamanda, hareketin ‘ulusçu’ karakterinin de, ne denli ‘modern’ bir anlayışla yola çıktığını ve kendinden öncekilerden bu noktada ne kadar farklı olduğu gerçeğine işaret ediyordu. Bugüne geldiğimizde, bu hareketi değerlendirirken, bu hususu göz önünde bulundurmazsak yine fazla yol alamayız. O nedenle, ben ‘Kürt isyanı’ tabiri ve anlayışı yerine, ‘Kürt siyasal hareketi’ tabiri ve anlayışını koymayı daha doğru buluyorum.

Ulus dinamiği öne çıktı
Tüm dünyada sol siyasetin yaşadığı kriz ortadayken, Kürt siyasal hareketinin sol kimliğinin karşılığının ne olduğu veya olabileceği tartışılır. Kürt ulus dinamiğinin öne çıkması bu çerçevede ve jeopolitik gerçekler çerçevesinde daha fazla anlam kazanmış olabilir. Ancak, hareketin modern bir toplumsal ve siyasal dinamiğin temsili olduğu gerçeği tartışılmaz bir vakadır. Bu kısaca şu demektir; Kürtler adına, sadece ‘isyan’ eden değil, bu isyanı siyasal-toplumsal talepler ile tanımlayıp, geliştiren, dahası bu isyan ve talepleri toplumsallaştıran bir hareket ile karşı karşıyayız.
Kürt meselesinin çözümü açısından, tasfiye yöntemlerinden medet ummak yerine, hareketin önderinin ve örgütünün toplumsal taban açısından önemini görmek önemlidir. Ancak, bir lideri lider yapan temel etkenin onun toplum ile kurduğu iletişim, yani adına itiraz ettiği toplumun sesini duyurma kabiliyeti olduğunu unutmamak gerekir. Aksi halde, toplumsal liderleri toplumların ‘durduk yerde tapındığı’ ve her söylediklerini dinletecek birer ‘buyrukçu’ olarak görme hatasına düşeriz. Öcalan’ın kendini böyle konumladığını sanmıyorum, aksi halde toplumla bu denli güçlü bir bağ kuramazdı. O nedenle, Kürt meselesinde Öcalan’ın sembol olarak yerini ve kilit rolünü hesaba katmak başka şeydir, bunun üzerinden hesap yapmak başka...
Kürt siyasal hareketini, ‘talimatla hareket ediyorlar, halkın iradesini temsil etmiyorlar’ diye yaftalamak ile ‘talimatla hareket etsinler, mesele çözülsün demek’ arasında fazla fark yoktur. Mesele, ‘Kürt isyanı’ değil, ‘Kürt siyasal hareketi’dir. Bu ikisi arasındaki farkı görmek, olayı anlamak açısından önemlidir diye düşünüyorum.