Her zaman masum değildir hayaller. Doğrusu, ‘hayatın gerçekleri’ dediğimiz şeyler değişmez değildir, tam tersine birçoğu güç ilişkilerinin dayatmasıdır, o nedenle gerçeklere teslim olmamak lazım. Doğru bildiğimiz şeyler adına, dayatmalara karşı durmak lazım, daha iyi, daha adil bir dünya adına ‘hayaller’imiz olmalı. Öyle olursa sadece masum değil, çok değerli hayaller.
Oysa, çoğu zaman hayaller itirazların referansı değil, gerçeklerden, onlar ile yüzleşmenin yükünden kaçmanın sığınağı. Böylesi hiç masum değil. Çünkü, böylesi, aslında gerçeklere teslim olmak, onları besleyip, büyütmek. Gerçekler ile yüzleşemediğimiz ölçüde hayallere sığınmak, sadece kendimizi kandırmak değil, gerçeklerin üzerine hayallerle örülü bir şal örtüp, gizlenmelerini sağlamak, suça iştirak etmek.
Yüzleşmeyi göze alabilecek miyiz?
Hrant’ın katledilmesi karşısında yükselen sesler çok önemliydi, ama derinlikli bir sorgulama ve hesaplaşmadan uzak duran çabaların nasıl bir sonuç verdiğini hep birlikte ve çok acı bir şekilde gördük. Birçoklarımız, son beş on sene zarfında, çok şeyler değişti diye sevindi, geçmişte konuşulamayan şeyler konuşuluyor diye sevindi, derin devlet sorgulanıyor diye sevindi, haksız değillerdi. Ama değişmeyen şeyleri, bugün konuşulamayan şeyleri, değişen ama derinliğinden bir şey kaybetmeyen devleti sorgulamak akıllara gelmedi. En kötüsü, bir büyük ‘değişim hayali’ sorgulamayı devre dışı bırakmaya yetti. İşte böylesi hayaller masum değil. Yüzleşmekten kaçtığımız gerçekler yüzümüze çarpınca bir derin rüyadan uyanmak kaçınılmaz.
Ayrıca, uyanınca ne olacak, asıl önemlisi bu. Kaç kişi yeni hayaller ile avunmanın yollarına düşmek yerine, geçmişte yükünü taşımaktan kaçındığı yüzleşmeyi bugün göze alacak? Bir büyük yüzleşmeyi Ergenekon denilen tiyatronun sahnesine çeviren, geçmişi sorgulamayı bugünü temize çıkarma eşiğinde tutan süreç hepinizin ortak eseri değil mi? Böylesi bir süreçten ne çıkacağını sanıyordunuz? Bir büyük yüzleşme ve sorgulama, zaten kötü adamlar, kötü örgütlerin parantezine sıkışmamış mıydı? Hrant davasında, aynı süreç işeyince neden şaşırıyorsunuz, kime ne için kızıyorsunuz? Böyle olmaması için siz ne yaptınız, hepimiz ne yaptık, işe buradan başlamak daha anlamlı değil mi?
Yeniden düşünmek lazım
‘Ama bize adalet sözü verildi, demokrasi sözü verildi!’ diye sızlanmanın anlamı yok, siparişle adalet, siparişle demokrasi olmaz. Adalet de, demokrasi de bayram ayakkabısı değil ki, babanız alıp, yatağınızın üzerine bıraksın. Koskoca adam ve kadınlarsınız, her şeyden önce bırakın bu hesaplanmış veya hesaplanmamış çocukluklarınızı. Ama ‘yetişkin’ olmak zor, yükü ağır değil mi? Zor kararlar, uyku kaçıran ikilemler, yeri geldiğinde hafif, ağır bedeller, en kötüsü egomuza (-veya bizim gibi inananlar için- ‘nefsimiz’e) ağır gelen şeyler, hepsi yetişkinliğin taşınması zor yükleri.
Hrant davasında, genel olarak tüm demokratikleşme konularında, Kürt davasında geldiğimiz nokta, sadece bir kişinin ‘Kasımpaşalılıktan vazgeçip, Ankaralılaşmasından’ mı ibaret? Başka kimsenin, başka hiçbir şeyin olan bitende sorumluluğu yok mu? Hep doğru yerde duran bir avuç aydın, demokrata rağmen başkaları mı suçlu? Bunları yeniden düşünmek lazım. Yoksa, umudunuz Kaşımpaşa ile başlayıp, onunla bitiyor idiyse, ‘Ankara’ ile kavga etmeye devam edersiniz, ama değişen fazla bir şey olmaz.