Mesut Yılmaz, vaktiyle, ‘AB’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer’ demiş ve çok tartışmaya neden olmuştu. AB’ye giden yolları bilemem, beni hiçbir dönem de çok ilgilendirmedi. Beni asıl ilgilendiren, Türkiye’de demokrasiye giden yollar oldu, hep bu yolları açmak üzerine kafa yormaya çalıştım.
Bugün, geldiğimiz noktada, ‘demokrasiye giden yolun Diyarbakır’dan geçtiği’ üzerinde, iktidar çevresi dışında, kimsenin kuşkusu yok gibi gözüküyor. Bu yazıyı yazdığım esnada, Başbakan henüz Diyarbakır’a gelmemişti. Bir gün önce CHP’nin Diyarbakır mitingi vardı. Halihazırda, Türkiye basını, Diyarbakır’a çıkarma yapmış durumda. Ben seçim mitingi izleyen biri değilim, ama CHP’nin miting izleme davetini kabul edip, gençlik yıllarımdan bu yana, yani epeyce uzun zamandır, ilk kez bir seçim mitingi izledim.
Sayı hesabıyla yorumlanamaz!
CHP mitingi üzerine çokça yorum yapıldı, detayına girmek istemiyorum. Benim için önemli olan, CHP’nin bunca yıl sonra ilk kez Diyarbakır’a gelmesi idi. Gazetelerden görebildiğim kadarıyla, bu konuda, farklı fikirden de olsa pek çok siyaset gözlemcisi ve yorumcusu anlaşıyor. Bu konu sayı hesabı ile yorumlanacak bir mesele değil. Sayısal loto oynamıyoruz, ‘demokrasi loto’sunu her zaman sayıyı tutturan kazanmıyor. Özellikle de, Türkiye’nin bugün geldiği noktada, bu husus çok önemli.
Tam da bu nedenle, bence, küçük kalabalığına rağmen, CHP, Diyarbakır’da, demokrasi lotosunu kazanan parti görüntüsü verdi. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının, Kürt sorununu çözecek ipuçları taşıyıp taşımadığı tartışılabilir. Ama, doğrusunu söylemek gerekirse, Diyarbakır konuşması, benim CHP’den beklemediğim bir açılımın ifadesi oldu. Faili meçhullerden, Diyarbakır cezaevinden, KCK davalarından söz eden bir konuşma, umur vaat edici idi.
En önemlisi, iktidar çevresinin, BDP’yi ‘terörist’ ilan ettiği, Kürt siyasal hareketine bin bir hakaret ve karalama ile saldırdığı zehirlenmiş bir siyasal ortamda ilaç gibi geldi.
Türkiye’de demokrasi ve barış isteyen herkesin ilk işinin, iktidar çevresinin son zamanlarda giderek dozunu arttırdığı, (zehirli gazlara eşlik eden) bu zehirli dili mahkûm etmek olduğunu düşünüyorum. Hangi parti, hangi isim olursa olsun, bu dili reddeden, onu mahkûm eden her çabanın desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. CHP davetini kabul etme nedenim, miting izlemekten ziyade bu kaygı idi.
Önemli olan birbirimizi kazanmak
2005 yılında, Başbakan’ın Kürt meselesine ilişkin başlattığı çabayı canı gönülden destekledim. Dahası, bu çerçevede kendisinden randevu isteyen ‘aydın girişimi’ içindeydim. Bu talebimize karşılık verip, bizim girişim grubuna eklenen bazı gazeteci arkadaşlar ile düzenlediği toplantıya umutla katıldım. Bu nedenle, o zaman da bazıları tarafından ‘AKP’ye, hatta ABD’ye satılmış’ olmakla suçlandık. Kulak asmadık.
Kim daha fazla demokrasi, yani daha fazla hak, hukuk, adalet, özgürlük istiyorsa, kimin yolunun rotası demokrasiye çevrilirse, ona, onlara yoldaşlık etmek gerektiğini düşünen biriyim. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, demokrasi diye diye bir büyük kavgayı körüklemenin, iktidar başta olmak üzere kimseye faydası olmayacak. Mesele seçim kazanmak değil, birbirimizi kazanmak olmalıydı, maalesef bu seçim süreci bu istikamette gitmedi. Zararın neresinden dönülse kârdır, ama zararı attırmanın anlamı yok! Ne olur, aklımızı başımıza alalım!