Aslında bayramın birinci günü ağır konuları tartışmaya pek uygun gözükmeyebilir. Ama, ne yazık ki, gerek ülkemizde gerek Suriye’den Libya’ya tüm bölgede, bayram gönül rahatlığı ile yaşanacak olmaktan çıkmış vaziyette.
Bu başlığı Nabi Yağcı’nın cumartesi günkü yazısından (Taraf) ödünç aldım, çünkü Kürt meselesinin geldiği noktada, birçokları savaş ve baskı siyasetlerini türlü yollar ile haklılaştırmaya veya en azından mazur görüp kabullenmeye akıl yatırırken, çok önemli bir uyarı yapıyor. “Demokrasiyi barışa değil, barışı demokrasiye endekslemeliyiz” gerçeğinin altını çiziyor. Barış gelene kadar demokrasiyi rafa kaldırma hevesine karşı, ‘demokrasi işlemezse barış gelmez’ diyor.
İktidar politikalarının şahinleşmesi karşısında, ‘tam çözüme yaklaşmışken PKK barışı sabote etti, iktidarın da savaşmaktan başka çaresi kalmadı’ görüşü ortalığı sarmış vaziyette. Oysa, birincisi ‘çözüme yaklaşılmış değildi’ ikincisi güçlü bir ülke ve iktidarının barış ve demokrasi politikaları yeterince kararlı ve geniş ufuklu ise, karşısında direnen gücün ‘sabote etme’ çabalarını aşması gerekirdi. PKK kendiliğinden silahlı mücadeleyi bırakmaya karar vermiş olsa, zaten ortada sorun kalmaz, mesele yıkıp dökmeden bu süreci gerçekleştirmek. ‘Örgüt savaş istiyor, biz de gereğini yapıyoruz, ses etmeyin bizimle birlikte davranın’ diyen iktidara, ‘savaşmakla, bastırmakla, yıldırmakla olmaz, denendi, daha büyük yaralar açtı’ diyoruz.
Bulutların karardığı her dönem gibi, şimdilerde ‘barış’tan ve ‘demokrasi’den söz etmek ‘içi boş, muğlak laflar’ diye yaftalanmaya başladı. En azından ben kendi adıma, barış ve demokrasi adına söylediklerimin gayet açık ve içi dolu olduğunu düşünüyorum. Barışın demokratik yollar ile sağlanacağı bir süreç üzerine düşünmek, ‘Kürt siyasi hareketi ne talep ediyorsa aynen kabul edilsin, iş bitsin’ demek değil. Tartışmanın bu yola dökülmesi tam bir çarpıtma. Demokratik çözüm için atılması gereken acil adımlar var; bunların başında konunun her boyutu ile tartışılmasının önündeki engellerin, ifade özgürlüğü çerçevesinde kaldırılması geliyor. ‘Silahlı mücadeleyi övmek’ demokratik özgürlük sayılmaz ama, bu ülkede ‘ne diyor bu insanlar, neyin peşindeler?’ diye sormak, anlamaya, tartışmaya çalışmak bile hâlâ suç sayılıyor.
‘Aydınlar, demokratlar sadece iktidarı eleştirmesinler, PKK’yı, Kürt siyasi hareketini de eleştirsinler’ deniliyor, ama zaten onları sonuna kadar eleştirmekte özgürüz. ‘Silahlı mücadeleyi övmek’ değil, ‘terörist’ dışında tanımlamanın bile yasak olduğu bir hareketi, eleştirmenin özgürlüğü nasıl bir özgürlüktür diye sormak gerekmez mi? Bu hareketi doğru dürüst konuşup tartışmadan, milyonlarca insanın verdiği desteği, duyduğu sempatiyi nasıl anlayacağız, bu insanlar ile nasıl barış yapacağız? Dağdaki çocuklardan ovadaki anneleri koparmak mümkün mü? ‘Tesis yapacağız, dağa kayak yapmak için çıkacaklar’ diyen anlayış ile bu işler çözülür mü?
‘Demokrasi ile barışı tesis etmek’ hiç de içi boş bir laf değil, tam tersine içi fazlasıyla dolu, belki de öyle olduğu için rahatsız edici bulunuyor. Zira, o dolu kutuyu açarsak hep birlikte çok zorlanacağız, ama hiç olmazsa umut vaat edebilecek bir yola gireceğiz. Yoksa bir şiddet sarmalı ve demokrasinin sonuna kadar geri çekildiği bir yere savrulacağız.
Şiddet demişken, sol aydınların ‘şiddet’e karşı tutum almak adına, Türkiye’de demokrasinin gelişmesinin önündeki en büyük engelin, (PKK’ya kadar uzanan) ‘sol kaynaklı şiddet’ anlayışı olduğu görüşünün giderek daha fazla gündeme geldiğini görüyoruz. Yetmişli yıllardan başlayarak, sol hareketler içinde, ‘şiddetten medet ummak’ anlayışının gelişmesinin sorunlarından söz etmek anlaşılır bir şey, ancak, neyin şiddeti beslediği vurgusunu hakkıyla yapmak koşulu ile. Asla şiddeti benimsemeyen emek, sol ve Kürt hareketlerinin nasıl acımasızca yok edildiğini biliyoruz. Demokrasinin seyrinin önündeki asıl engellerin neler olduğu konusu, bundan sonra gidilecek yol açısından da çok önemli. Yoksa, şiddete sarılanları suçlamak dünyanın en kolay, en anlaşılır tutumu, ‘şiddetten medet uman bir avuç insan tüm demokrasi yollarını tıkadı’ dersiniz olur biter. Ama bu anlayışla ne şiddet biter, ne de demokrasiyi rafa kaldırmak için şiddeti bahane edenlerin mazeretleri.
‘Düşünce konforu’na sığınmak, tüm konforlar gibidir, bizi hayattan, onun sorunlarından yalıtır, bu anlamda rahat ettirir, ama bizi içinde kendimizi iyi hissettiğimiz küçük dünyamıza hapsetmek dışında bir işe yaramaz.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024