Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Demokratikleşmede uzlaşılmasını umarken, tersi yönde bir ‘büyük uzlaşma’ sağlandı. Büyük ama uğursuz bir uzlaşma! Silvan faciası, BDP’nin siyasal süreçten dışlanması, Kürt sorununun barışçı ve demokratik yollar ile çözümünün rafa kalkması için mazeret teşkil etti, herkes savaş boyalarını kuşandı.
Madem, hangi kesim içinde olursa olsun, ‘savaş yanlıları, şahinler, barışı, demokrasiyi sabote etmeye çalışıyor’ deniliyor. Barış ve demokrasi yanlılarının yapacağı iş, ‘peki o zaman savaşalım da boyunuzun ölçüsünü alın’ demek mi olmalıydı? Bu mudur, barışçı yaklaşım? Günlerdir, İrlanda barış sürecini izlemeye ve tartışmaya giden bir grup gazeteci, izlenimlerini, çıkarmamız gereken dersleri yazıyor, tüm bunlara kulak vermeye değmez mi? Nedir bu savaş iştahı, silah kuşanma merakı?

Neden yaftalanıyoruz?
Diğer taraftan, savaş ve şiddete karşı çıkalım dendiğinde, neden bu çağrıyı hep Kürtlere yapmamız bekleniyor? Neden, aynı şeyi, devlete, hükümete, Türkiye toplumuna yaptığımızda ‘muzır vatandaş’, şiddete prim veren aydın tipi diye yaftalanıyoruz? Hiç düşündünüz mü? Şiddete karşı çıkmak tek taraflı yapılacak iş midir? Büyük bir şiddet makinesine sahip devlete hiç çağrı yapmayan bir şiddet karşıtlığı, devlet şiddetine arka çıkmak durumuna düşmez mi?
Dahası, son zamanlarda artan gerilim, şiddet bir yana, Kürt siyaseti önündeki demokratik engeller, yani yüzde on barajı, KCK tutuklamaları, YSK kararları ve son olarak tutuklu milletvekillerine Meclis yolunun kapanması üzerinden tırmanmadı mı?
İktidar bir yana, ana muhalefet partisi bu konularda hafiften itiraz ettikten sonra Silvan’ı vesile yapıp eski pozisyonuna hızlı bir dönüş yaptı. Şimdi yeni Anayasa yapmak konusunda, AKP-CHP uzlaşmasından söz ediliyor. Böyle bir uzlaşmadan, böyle bir uzlaşmanın eseri olan Anayasa’dan kime ne hayır gelecek?
Askeri vesayete karşı demokratikleşmeden söz edenler, yeni örgütlendiği muştulanan ‘paramiliter polis’ birliklerine karşı neden tek söz söylemiyor? Yeni özel polis birimlerinin, özel harekât timlerinden farkı ne? Sadece İçişleri Bakanlığı’na bağlı olmaları mı? Paramiliter bir güç, askere değil, sivil otoriteye bağlı olunca sorun bitiyor mu? Çiller döneminde de, kirli savaş, sivil otorite ile tam bir uyum içinde yürütülüyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı’nın adı Tak-şak Paşa’ya çıkmıştı, ‘Çiller tak diyor, o şak diye yapıyor’ diye övülüyordu. Demek ki mesele, sadece ‘asker’ veya ‘sivil’ sorunu değil, topyekûn bir anlayış sorunuydu. Yoksa Çiller de, -şimdi iktidarda olanların o zaman mensup oldukları partiden- ortakları da, seçimle iş başına gelen sivil bir iktidarı temsil ediyordu.

Kriz daha da derinleşecek
Temel sorun, Kürt meselesinin çözümünü askeri veya sivil operasyonlarla, güvenlikçi, sindirici, baskılayıcı politikalarla çözme anlayışında. Asıl sorgulamamız gereken bu. İrlanda örneği, ETA süreci öğretici olabilir; ama bizimkinin yanında bu örnekler bile hafif kalıyor. Bizimkisi, topyekûn tüm Türkiye’yi çatışmaya, kâbusa dönüştürme riski taşıyan bir büyük tarihsel-toplumsal sorun. Üstelik biz Ortadoğu gibi belalı ve şimdilerde iyice sıkıntılı bir sürece giren Ortadoğu gibi bir coğrafyada yaşıyoruz. Şimdilerde, Suriye’de patlayan ama asıl İran merkezli olan ve merkeze doğru giderek ısınan kriz daha da derinleşecek. Ortak operasyonlara, karanlık pazarlıklara bel bağlamanın anlamı yok. En doğrusu aynı ülkede yaşadığımız insanlar ile kendi aramızda barış tesis etmek.
En önemlisi, ayıp ediyoruz! Aynı ülkede yaşadığımız insanlara düşman muamelesi yapmakta ısrar ederek ayıp ediyoruz. Onların aralarındaki tartışma ve farklılıkları, onlar aleyhine çevirmeye çalışarak veya en azından bu görüntüyü vererek ayıp ediyoruz. Aklımıza yatmayan şeyleri tartışmak yerine, hakarete girişerek ayıp ediyoruz. Barışmaya değil, savaşmaya hevesli görünerek kendimize ayıp ediyoruz. Kendi ayıplarımızı örtüp hep onların ayıplarını teşhir etmeye çalışarak ayıp ediyoruz.