Meslek hayatının 60. yılını kutlayan Türker İnanoğlu, “Sinemayı çok seviyorum. Sinema da beni çok sevdi, beni başarılı kıldı, beni geniş halk kitlelerine tanıttı. Bana mutluluğumu verdi” diyor.
Sinemaya yönetmen asistanlığıyla başladınız. Bunun nasıl etkilerini gördünüz?
Tatbiki Güzel Sanatlar’da okurken bir tesadüf neticesi sinemayla tanıştım. Yönetmen Nişan Hançer’in asistanı olarak ilk görevimi aldım. İki-üç günlük bir alışmadan sonra mesleğimi çok sevdim. Günün 18 saati setlerde, çekimlerde, stüdyolarda kurgu ve dublajlarda çalıştım. Bu deneyim kariyerimde önemli rol oynadı.
“Erler Film’le ben Türk sinemasında beraber büyüdük”
Erler Film’i kurmaya nasıl karar verdiniz?
Yeşilçam sinemasında sekiz filmin yönetmen yardımcılığını yaptıktan sonra dokuz filmde de Yeşilçam yapımcılarına yönetmenlik yaptım. Bunlar iyi seyirci toplayan filmler oldu. 1960’ta Erler Film’i kurdum. Belki “Artık ben oldum, kendi şirketimi kurayım” diye düşünmüş olabilirim.
Amerikan sinemasındaki kurumsallaşma Yeşilçam’ın eksikleri arasında sayılır.
Erler Film’in en büyük özelliği sektöre girdikten sonra hemen kurumsallaşmaya başlaması oldu. Yazarı, çizeri, kameramanı düzenli olarak çalışıyordu. O dönem için çok fazla sayılan 80 kişilik bir kadro kurduk. Beyoğlu’ndaki bir iş hanını satın aldık ve orada çalışmaya başladık. Bir anda kurumsallaştık. Film çekimi için platolar kiraladım. Onun neticesini de seneler içinde gördük.
Aralarında Lütfi Akad’ın da olduğu isimlere asistanlık yaptığınız süreçten sonra yapımcılığın farkı ne oldu?
Genellikle Erler Film’de bütün projeleri ben bulurum. Çok fazla yabancı film izlerim, çok kitap okurum. Oralardan bir şeyleri, senaristlerin önüne getiririm.
280 filmin içinde bulmadığım 10 ya da 12 film vardır.
“Yeşilçam yarım yüzyıl boyunca insanların tek eğlence deposu oldu”
Erler Film’in uzun yıllara yayılan çalışması hakkında ne söylemek istersiniz?
Erler Film’le ben Türk sinemasında beraber büyüdük ve beraberce başardık. Şirket kurulduktan sonra Safa Önal’ın senaryosunu yazdığı “Hancı” büyük bir patlama yaptı. Arkadan çıkarttığım “Bahriyeli Ahmet”, “Çöpçatan”, “Bulunmaz Uşak”, “Yolcu” ve “Kadın Berberi” gibi filmler büyük başarı sağladığında Erler Film, Yeşilçam’daki yerini sağlamlaştırdı.
Mesleğinizdeki kalıcılığınızı ve başarınızı neye borçlusunuz?
Sinemaya geçmeden önce Amerikan filmlerini takip eder ve çok severdim. Yerli ve yabancı filmleri izleyerek halkın neye ilgi duyduğunu takip ettim ve bunları dikkate aldım. Biraz da içgüdüm konuları seçmeme yardımcı oluyordu. Ayrıca doğrudan ayrılmamış, sözlerini tutmuş biriyim. Bu durum sanatçının da çalışanın da üstünde çok büyük bir etki yaratıyor. Yaptığım işler üstüne çok düşünüyorum. Başarı da tekrar başarıyı getiriyor.
Yeşilçam dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeşilçam sineması bir olaydı. Üç kuruş parayla yürek koyarak, set işçisinden en tepedekine kadar gönülle yapılan bir işti. Yeşilçam sineması ülkemizde televizyonun, birkaç il dışında tiyatroların bulunmadığı yarım yüzyıl boyunca ülke insanının tek kültür ve eğlence deposu oldu, Türk sinemasına büyük hizmet verdi. O dönem yapılan filmler bugün bile hayranlık ve ilgiyle izleniyor. Ben sinemamızda daima yeniliği, ileriye gitmeyi takip ettim. Sinema sektöründe duraklama olduğu dönemde sinema salonları satılıp depoya, kahvehaneye dönerken ben sinema salonları satın aldım, Şişli Kent Sineması gibi.
“Okullardan kabiliyetli, genç cevherler çıkmaya başladı artık”
Atlas Sineması hakkında ne söylemek istersiniz?
Atlas sinemaya girdiğim yıllarda İstanbul’un en muhteşem, 1.650 kişilik sinemasıydı. Daha önce saraya ait bir konakmış. Sinemanın krize girdiği 1970’lerde Atlas’ı Banker Kastelli satın aldı. Salon bölümünü pasaj haline getirdi. Balkon ve localar bölümüne sıra gelmeden devlet Kastelli’den bu eseri aldı ve sinemayı kısmen kurtardı. Bir arkadaşımla 1984 yılında Kültür Bakanlığı’ndan sinemayı kiraladık. Sinemanın tarihi dokusunu bozmadan giriş holünü, locaları ve üst balkonu eski haliyle tutarak 550 kişilik şık bir sinema meydana getirdik. Atlas Sineması İstanbulluların yaşayan en eski sinemasıdır.
Çalışmalarınız arasında Türk Sineması ve Tiyatrosu Müzesi de var. Baştan beri arşiv yapıyor muydunuz?
Sinemaya ilk girdiğimden beri okuduğum, yazdığım birçok doküman ve kitabı biriktirdim. Sonra afişler, fotoğraflar ve senaryolar da bu birikime girdi. Ruhumda arşivcilik varmış diyorum. İlerleyen yıllarda Erler Film’e ait bir müze kurmayı düşündüm, daha sonra Türk sineması için bir müze kurmayı hedefledim. Sahafları ve müzayedeleri takip ettim. Müzeyi kurmaya başladığımda, meslektaşlarım, izleyiciler ve vefat eden sinemacıların aileleri ellerinde kalan eserleri müzeye hibe ettiler. İlerleyen yıllarda tiyatro televizyon müzelerini açtım. Ayrıca 70 bin ciltlik sanat kitaplığımız var. Buradan sinemacı adayı gençler, gazeteciler istifade ediyorlar.
Yerli sinemanın bugününü nasıl görüyorsunuz?
Benim zamanımda sinema okulu yoktu. Fakat bugün Türkiye’de 27 tane üniversitede sinema ve televizyon bölümü var. Oradan kabiliyetli, genç cevherler çıkmaya başladı artık. Sinemamız iyi durumda ve daha da iyi olacak.
21. Sadri Alışık Tiyatro ve Sinema Oyuncu Ödülleri’nde Onur Ödülü alırken ne hissettiniz, Sadri Alışık anısına verilen bir ödülü almanın sizin için özel bir önemi var mıydı?
Ben sinemaya 1957’de asistan olarak girdiğimde ilk tanıdığım sanatçılardan biri Sadri Alışık’tı. Daha sonra 1958’de “Yalnızlar Rıhtımı”nda Lütfi Akad’ın asistanıydım. Sadri ve Çolpan İlhan başrol oyuncularıydı. Bu filmde dostluğumuz daha çok arttı. Çolpan hanımla benim bir kader birliğim de vardı. Çolpan, Güzel Sanatlar Akademisi’ne, ben Tatbiki Güzel Sanatlar’dan sinemaya geçtim. Ben 1936 doğumluyum, Çolpan da 1936 doğumlu; ikimiz de aynı sene sinemaya geçtik ve o sanatçı, ben reji asistanı “Yalnızlar Rıhtımı” filminde buluştuk. Sadri ve Çolpan bu filmde tanıştılar, bu filmde birbirlerine âşık oldular ve bu filmden sonra evlendiler. Daha sonra Sadri ve Çolpan çiftiyle arkadaşlığım devam etti, yakın dostlarım oldular. Ben de evlenince daha çok görüştük. Sadri ile 12, Çolpan’la 8 film yaptım. İkisini çok seviyordum. Sadri Alışık anısına ödül alırken 1957’den onların sağlıklı günlerinden, ölümlerine kadar yaşamları gözlerimin önünden geçti. Çok sevindim, çok üzüldüm, karmaşık duygular içindeydim.
“Yaptığım işler üstüne çok düşünüyorum. Başarı da tekrar başarıyı getiriyor”
“Erler Film’i Erler Film yapan ‘Hancı’ oldu”
Yapımcılığını üstlendiğiniz filmler arasında sizin için özel bir yeri olan bir film var mı?
“Hancı”yı ve “Karılar Koğuşu”nu sayabilirim. Erler Film’i kurduktan sonra “İçimizden Biri” diye bir film yaptım. Bu filmde Turan Seyfioğlu ve Orhan Boran gibi dönemin devlerini oynattım. Fakat film vasat gitti. İkinci film de çok kötü gitti. Sonra “Hancı”yı çektik. Tuttu mu yoksa tutmadı mı diye heyecanlıyım. O zaman sinemalarda iki film gösterime girerdi. Bir tanesi takviye denilen eski bir film, diğeri ise esas film. Biz “Hancı”yı İzmit’te gösterime soktuk, takviyesi de “İçimizden Biri” idi. Film gittikten sonra ertesi gün telefon geldi. “Filminizin kopyası var, gelip alın” dediler. Ben de “Eyvah filmi çıkartmışlar” diye düşündüm. Meğerse takviyesi olan filmi çıkartmışlar. “Hancı”, İzmit gibi mütevazı ve ufak bir şehirde beş-altı hafta oynadı. Sonra bütün Türkiye’yi sardı. Erler Filmi, Erler Film yapan o oldu.“Karılar Koğuşu” ise Kemal Tahir’in bir anlamda hayatıdır. Halit Refiğ çok sevdiğim, bana 17 tane çok değerli eser yapmış yönetmendir. Filmi yapmak istemiş, Kadir İnanır’la birlikte bana geldiler. “Benden istiyorsanız yapalım” dedim. Film çok güzel ve başarılı oldu. Antalya’da bütün ödülleri sildi süpürdü. n
“Son nefesime kadar sinemacıyım”
n Sinemada sizi bu kadar içine çeken, bütün bir ömrü adamanızı sağlayan neydi?
Ben sinemayı ve mesleğimi çok seviyorum. 20 yaşından beri hiç ara vermeden 60 yıldır yalnız bu mesleği yapıyorum. İki hayatım vardır, mesleğim ve ailem. Sinema da beni çok sevdi, beni başarılı kıldı, beni geniş halk kitlelerine tanıttı. Bana hayat biçimimi ve mutluluğumu verdi. Ben de sinemamıza borcumu ödemek için müzeyi, kütüphaneyi, 16 derslik ilköğretim ilkokulunu, TİM’i halkımızın hizmetine sundum. Onlarca sinema emekçisine maddi destekte bulundum. 80 yaşına geldim. Sağlıkla ilgili arızalar başladı, defalarca ameliyat oldum. Okuyarak, seyrederek mesleğime katkı yapıyorum. En üzüldüğüm gözlerimin rahatsızlığı. 1950’li Yeşilçam sinemasından birçok arkadaşım birer birer göç etti. O dönemden bir-iki arkadaşım kaldı hayatta. Ben de son nefesime kadar gücüm yettikçe, beynim çalıştıkça sinemacı olarak kalmak istiyorum.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024