“Siyah Giyen Adamlar” serisinin üçüncü filmi, ikinci filmden 10 yıl sonra izleyici karşısına çıkıyor ve serinin sevenlerine hitap ediyor.
Uzun süredir yapım cehenneminde ertelenen “Siyah Giyen Adamlar 3”, ikinci filmden 10 yıl sonra tamamlandı. Film, uzaylı kötücül bir türün mensubu olan azılı suçlu Boris, ayda çok güvenli bir hapishaneden kaçıyor. İlk amacı kolunu koparan ve onun hapsedilmesine vesile olan Ajan K’den intikam almak. Bunun için bir zaman makinesiyle geçmişe dönüyor ve kendi felaketiyle sonuçlanan olaylara müdahale ediyor. Dünyadan Ajan K’i silen bu müdahaleyi geri çevirmek ise tabii ki Ajan K’in uzun süredir ortaklığını yapan Ajan J’ye düşüyor. Boris’in peşi sıra geçmişe giden Ajan J, burada Ajan K’in gençliği ile de tanışıyor.
Filmde Will Smith’e Josh Brodin eşlik ediyor.
Başrolde deneyimli oyuncular var
Filmin yönetmenliğini serinin diğer filmlerinde olduğu gibi Barry Sonnenfeld üstleniyor. Will Smith ve Tommy Lee Jones da serinin diğer filmlerinde olduğu gibi ortakları canlandırıyorlar. Ama filmin eğlence açısından bekleneni verdiğini söylemek zor. Belki seri zamana iyi direnemedi belki de uzun süre yapım aşamasında sürünmesinin dezavantajları yaşandı, bilmek güç. Hollywood çıkışlı bilimkurgu komedisi, ünlü başrol oyuncularına, deneyimli senarist ekibine ve işe yaradıkları kanıtlanmış formülleri uygulamasına rağmen seyir süresinde tempoyu tutturmakta zorlanıyor. Yine de önceki filmlerini sevenlerde hoş bir his yaratma ihtimali var.
“Siyah Giyen Adamlar 3 / Men in Black III”
Yön.: Barry Sonnenfeld
Oyn.: Will Smith (Ajan J), Tommy Lee Jones (Ajan K), Josh Brolin (Ajan K’ın gençliği), Jemaine Clement (Boris), Emma Thompson (Ajan O) Sen.: Etan Cohen, Lowell Cunningham, David Koepp, Jeff Nathanson, Michael Soccio
Gör.: Bill Pope
Müz.: Danny Elfman
“Kan ve Aşk”
Jolie bu kez yönetmen
Yönetmenliğe geçen oyuncular kervanına katılan Angelina Jolie, “Kan ve Aşk / In The Land of Blood and Honey” ile 1990’larda Bosna İç Savaşı sırasında geçen bir öykü anlatıyor. Sırp askeri Danijel (Goran Kostic), görev yaptığı kampta eskiden tanıdığı Müslüman Ajla’yı (Zana MarjanoviÊ) görür. Ajla, Sırp askerlerinin seks kölesi olarak kullandığı kadınlardan biridir.
Jolie’nin ilk yönetmenlik sınavından en azından iyi niyeti için puan kazandığı söylenebilir. Yurtdışında yayımlanan eleştirilerde, filmi banal bulmaktan, iyi atmosfer yarattığını söylemeye kadar pek çok farklı fikir mevcut. Jolie’nin çok yetenekli bir yönetmen olduğunu düşünen yok belki ama en azından Bosnalı oyuncularla ve onların diliyle çektiği film, konusu itibariyle Jolie’ye sempati puanları kazandırdı.
“Moonrise Kingdom”
Cannes festivalinde yarışan bir film...
Amerikan sinemasında Wes Anderson kadar yakından takip edilmesi gereken ve hayal kırıklığına uğratma ihtimali bu kadar düşük olan çok az yönetmen var. Anderson’ın yeni filmi “Moonrise Kingdom”, bunu bir kez daha kanıtlıyor.
Film, ergenlik aşkı üzerinden ilerleyen bir büyüme öyküsü. Avukat ebeveynleriyle (Frances McDormand ve Bill Murray) ve üç erkek kardeşiyle New England’da yaşayan Suzy Bishop (Kara Hayward) uyumsuz, sorunlu, teselliyi müzikte ve bilimkurgu romanlarında arayan 12 yaşında bir çocuktur. Nitekim ebeveynleri ‘sorunlu çocuklarla nasıl baş edilir’ türünden eserleri başucu kitabı yapmıştır. Diğer yandan öksüz Sam Shakusky (Jared Gilman) yalnızlık, ailesizlik gibi farklı sorunları olsa da en az Suzy kadar dertli bir tiptir. Tesadüfen tanışan bu iki çocuk, birbirlerine âşık olur ve uzun mektuplaşmaların sonunda birlikte kaçarlar. Bu kaçış sadece Suzy’nin ailesini değil, Sam’in bulunduğu izci kampının lideri Randy Ward (Edward Norton) ve kasabanın polis şefi Kaptan Sharp’ı (Bruce Willis) da etkileyecektir.
“Moonrise Kingdom”ın Wes Anderson’ın kariyerinin en iyi işi olup olmadığını tartışmak gereksiz. Çünkü Anderson başarı çıtasını daima yukarıda tutan bir isim ve çoğu önemli yönetmende olduğu gibi favori Anderson filmini kişisel tercihler belirliyor. Ancak bu defa Anderson sinemasını özel kılan diyaloglar, atmosfer yaratımı, hikaye anlatımı ve oyuncu yönetiminin dört dörtlük bir örneği ile karşı karşıyayız. 1960’larda geçen film, önceki filmlerinden tanıdığımız, gerçek dünyayla sınırlı bir bağı olan Anderson evreninde geçiyor. Ama izleyicisine melankoli, hüzün, nostalji ve sevinç geçirmekte bir an olsun zorlanmıyor. Çok belli sınırlarla çizilmiş filmin izleyicisine yaşattığı tanıdıklık hissi ve uyandırdığı duygular, Anderson’ın insan doğasına dair bir şeylere dokunmadaki ustalığından kaynaklanıyor şüphesiz. Alexandre Desplat’ın imzasını taşıyan müthiş film müziklerinin de “Moonrise Kingdom”ın duygusuna çok şey kattığını belirtip, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan bu hem hüzünlü hem de insana kendisini iyi hissettiren filmin sezonun yıldızlarından biri olduğunu belirtelim.
“Sevimli Kedi İşbaşında”
Kedinin polisle imtihanı
Meksika - Arjantin ortak yapımı animasyon “Sevimli Kedi İş Başında / Don Gato y su Pandilla”nın yönetmenliğini Alberto Mar üstleniyor. Filmin ana karakteri Sevimli Kedi, çetesiyle dolandırıcılık yapmaktadır. Derken, atanan yeni komiser işlerini zorlaştırır. Komiser Sevimli Kedi ve çetesini bitirme konusunda kararlıdır. Film, çocuklara hitap eden bir animasyon...
“Edepsiz Kız”
Kızgın ergenlerin yolculuğu
Abe Sylvia’nın 2010 tarihli ilk uzun metrajlı filmi Edepsiz Kız / Dirty Girl”, 1980’lerde geçiyor. Danielle (Juno Temple) adlı lise öğrencisi, evlenmek üzere olan annesiyle (Milla Jovovich) tartışmaktadır. Çekingen Clarke’la (Jeremy Dozier) arkadaşlık kuran Danielle, onunla babasının arabasında bir yolculuğa çıkar. Film, dış basında olumlu eleştiriler almadı.
“Şeytanın Yüzü”
Şeytana uyan rahip
Fransız yönetmen Dominik Moll’un (“Lemming”) yeni filmi “Şeytanın Yüzü / Le Moine”, Matthew Gregory Lewis’in 1796 tarihli ünlü gotik romanının uyarlaması.
Hikayenin odağında Vincent Cassel’in büyük bir başarıyla canlandırdığı rahip Ambrosio var. Saygın bir rahip olarak ünlenen Ambrosio’nun iradesi zamanla zayıflamaya başlar.
Moll, bir rahibi kötü adam olarak göstermede öncülük edenlerden biri olan Lewis’in romanını başarıyla uyarlıyor. “Şeytanın Yüzü”, Moll’un önceki filmleri kadar özgün olmasa da, ana malzemesi sayesinde ilgiyle izlenebilecek bir yapıt.
“Canavarlar Sofrası”
Yerli politik taşlama
Geçen yıl Antalya Film Festivali’nde ulusal yarışmada bulunan “Canavarlar Sofrası”, Ramin Matin’in ilk filmi. İbrahim Selim, Tuğrul Tülek, Pınar Töre ve Gizem Erdem’in rol aldığı yapım, dünya düzenini ve tüketim toplumu eleştiriyor ancak iyi bir çıkış noktasına sahip olmasına rağmen teatral havasından kurtulamıyor ve söylemek istediklerini sloganlaştırarak sunuyor.