Önceki yıllardan çok daha kuvvetli bir Altın Palmiye yarışına sahne olan 69. Cannes Film Festivali, bu akşam yapılacak ve sinema dünyasının en saygın ödüllerinden Altın Palmiye’nin sahibini bulacağı törenle sonlanıyor. “Mad Max” serisinin yaratıcısı Avustralyalı yönetmen George Miller başkanlığındaki Arnaud Desplechin, Laszlo Nemes, oyuncular Kirsten Dunst, Valeria Golino, Vanessa Paradis, Donald Sutherland, Mads Mikkelsen, yapımcı Katayoon Shahabi’nin yer aldığı jürinin kararlarını beklerken yarışmada kimlerin öne çıkabileceğini tahmin etmek mümkün. Yarışmalarda her jürinin dinamikleri farklı olduğu için bu tahminlerde yanılmak da muhtemel.
Henüz basına gösterilmeyen, İran sinemasının “Bir Ayrılık”la Oscar kazanan harika yönetmeni Asghar Farhadi’nin “Forushande”si ve Hollanda sinemasının her daim ilginç yönetmeni Paul Verhoeven’ın “Elle”i ise bu tahminlerin dışında kalıyor.
Romanya filmleri büyüledi
Bu iki filmi dışarıda tutarsak Cannes’da en heyecan yaratan bir avuç filmden ikisi Romanya’dan geliyor. Cristi Puiu’nun imzasını taşıyan “Sieranevada” gösterilen ilk yarışma filmiydi. Aradan geçen zamana rağmen etkisi gitgide arttı. Bir aile portresini mükemmel şekilde çizen ve Puiu’nun kısıtlı mekanda harikulade yönetmenlik sergilediği dört dörtlük filmin en tepedeki ödülleri alması bekleniyor.
Diğer önemli Romanya filmi “Bacalaureat” ise “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”le 2007’de Altın Palmiye kazanmış Cristian Mungiu’nun imzasını taşıyor. Filmde hikaye doktor bir babanın bir saldırıya uğrayan kızının önemli bir burs almasının önüne geçmemek için sınavlarda hile yaptırması üzerinden ilerliyor. Bir toplumdaki yolsuzluğun bu küçük temsili günümüz Romanya toplumu üzerine okumalara açık. Mungiu’nun da sahneye bir ödül için çıkması olasılık dahilinde. Jüri, bu filmi babayı büyük bir başarıyla canlandıran Adrian Titieni’ye En İyi Erkek Oyuncu Ödülü vererek de ödüllendirebilir.
Uzun süredir Cannes yarışmasında filmi bulunmayan Almanya’nın yarışmadaki temsilcisi “Toni Erdmann”, belki de yarışmanın en sevilen filmi. “Alle Anderen”le tanınan yönetmen Maren Ade’nin yönettiği “Toni Erdmann”, hırslı kızının hayatına oyunu ve mizahı sokarak onu harekete geçirmeye çalışan bir babanın öyküsü. Orijinal olmayan bir hikayeyi büyük bir orijinallikle anlatabilen film Altın Palmiye’ye uzanabilir. Uzanamasa da ödül almak için ekipten birinin sahneye ayak basacağı kesin.
Güney Kore sinemasının önde gelen isimlerinden “Oldboy”un yönetmeni Park Chan-wook, çektiği ilk dönem filmi “Ah-ga-ssi”deki yönetmenliğiyle izleyenleri hayran bıraktı. 1930’larda Kore’den geçen filmde bir eve gelen hizmetçi üzerinden yürüyen komployu ağır ağır açan ve değişik karakterlerin bakış açılarını sunarak bir gizem yaratan Chan-wook, George Miller başkanlığındaki jüriden bir ödül alabilir.
Yarışmadaki tek Latin Amerika filmi “Aquarius”, eleştirmenlikten gelen Brezilyalı yönetmen Kleber Mendonça Filho’nun imzasını taşıyor. Filho, 65 yaşındaki bir kadının kentsel dönüşümün kurbanı olacak apartmanından çıkmamak üzerine verdiği mücadeleyi anlatırken çizdiği güçlü kadın portresiyle sevildi. Film, başroldeki Brezilya’nın yıldız oyuncusu Sonia Braga’ya En İyi Kadın Oyuncu Ödülü getirebilir.
Ustaların durumu
Ustalar yarışmada büyük heyecan yarattılar denemez. Jim Jarmusch “Paterson”la çoğunluğu memnun etse de bir başyapıt çektiği iddia edilemez. Ancak aldığı tepkiler yarışmadaki diğer ustalardan halliceydi. Mesela Ken Loach “I, Daniel Blake”le, Dardenne Kardeşler “The Unknown Girl”le, Pedro Almodovar “Julieta”yla yarışmada belli bir seviyeyi tutturdular. Ama Cannes’ın gözde yönetmenleri olan bu isimler kariyerlerinin zirve filmlerine imza atmamışlardı.
En güvenli ve en boş Cannes
Dünyanın en kalabalık etkinliklerinden olan festivalde yapılabilecek bir saldırıya karşı festivalden önce tatbikatlar yapıldı ve güvenlik önlemleri artırıldı. Önlemlerin sıkı olduğu tahmin edilse de ana caddelerde ve ara sokaklardaki Robocop modeli özel timlerin varlığına alışmak Cannes takipçilerine kolay gelmedi. Güvenlik süsündeki temizlik önlemi olan “Gösterimlere su sokulmaz” ise film gösterimlerinde sonlanmayan öksürükler, geçmeyen gıcıklar ve filmler biter bitmez su bulmaya koşan basın mensubu orduları yarattı.
Cannes’da yüzlerce basın mensubu gündüzleri gündelik kıyafetlerle oradan oraya koştursa da geceleri prömiyerlerdeki şıklık yarışı herkesin malumu. Geçen yılki “Babet giymek yasak, topuklu ayakkabı giyiniz” tartışmasından sonra Julia Roberts’ın kırmızı halıdaki çıplak ayaklı “başkaldırısı” magazin gündemi meşgul etti. Diğer bir kural ise bu yıl kırmızı halıda selfie çekmenin bir festival bildirisiyle “yasaklanmış” olmasıydı.
Ne kadar uygulandığı ise meçhul.
“Albüm”ün ödülü
Festivalin paralel bölümlerinden Eleştirmenler Haftası’na seçilen Mehmet Can Mertoğlu’nun ilk filmi “Albüm”, bölümün adından söz ettiren ve sevilen filmlerinden biriydi. Başrollerini Şebnem Bozoklu ve Murat Kılıç’ın paylaştığı film, Visionary Ödülü ile döndü. Festivalin ortak yapım platformu L’Atelier’de ise Rezan Yeşilbaş’ın “Yatılı Okul”u ve Kaan Müjdeci’nin “Iguana Tokyo”su yer aldı.
Festivalin rezaleti Sean Penn
Festivalde Fransız sinemasının en ilginç yönetmenlerinden Olivier Assayas’ın “Personal Shopper”ı, Danimarka’nın stilistik filmleriyle tanınan yönetmeni Nicolas Winding Refn’in “The Neon Demon”ı salonda yuhalanan filmler olsa da hayranlarını ve savunucularını buldular, belli bir tartışma yarattılar.
Herkesin yarışmanın rezaleti olduğu konusunda birleştiği film ise Sean Penn’in yönettiği, başrollerini Charlize Theron ve Javier Bardem’in paylaştığı “The Last Face” oldu. Afrika’da yaşanan katliamlarla bir aşk hikayesini birleştiren film, son yılların en kötü yarışma filmlerinden biri olarak yorumlandı.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024