İki Dil Bir Bavul” ekibinin yeni filmi “Babamın Sesi”nin yönetmen koltuğunda Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan otururken, “İki Dil Bir Bavul”un diğer yönetmeni Özgür Doğan yapımcı olarak göze çarpıyor. Film, uluslararası prömiyerini kariyerlerinin başlarındaki yönetmenlere açık prestijli festival Rotterdam’ın ana yarışmasında yaptı. Ardından yılki İstanbul Film Festivali’nde yarıştı ve yer aldığı Adana Altın Koza’dan büyük ödül Altın Koza ile dönmüştü.
Film, Zeynel Doğan’ın ailesinin öyküsünden yola çıkıyor. Nitekim Zeynel Doğan ve annesi Bâse Doğan filmin başrollerindeler... Bâse Ana, Elbistan’da tek başına yaşıyor. Küçük oğlu Mehmet (Zeynel Doğan) Diyarbakır’dan annesinin yanına geliyor. Babasının çalışmaya gittiği uzaklardan gönderdiği ses kayıtlarını dinleyen Mehmet, Alevi Kürt kimlikli ailesinin yaşadığı trajedinin bilmediği bölümlerini de öğreniyor.
Film Türkiye’de yaşananları sıradan bir ailenin dramı üzerinden serinkanlı bir şekilde işliyor ve etkileyici öyküsünü belgesele yakın üslubuyla, dozunda bir dokunaklılıkla ve insana odaklanarak anlatıyor.
“Skyfall”
Yön.: Sam Mendes
Oyn.: Daniel Craig (James Bond), Judi Dench (M), Javier Bardem (Silva), Ralph Fiennes (Gareth Mallory), Naomie Harris (Eve), Bèrènice Marlohe (Sèvèrine), Albert Finney (Kincade), Ben Whish (Q)
Sen.: Neal Purvis, Robert Wade, John Logan Gör.: Roger Deakins
Müz.: Thomas Newman
Bond 50 yaşında ama eskisinden daha modern
Serinin 23. halkası “Skyfall”da Sam Mendes’in yönetiminde harikalar yaratılıyor ve serinin ömrünün bu gidişle çok uzun olacağının sinyalleri veriliyor
23’üncü Bond filmi “Skyfall”la seri aynı zamanda 50’inci yılını kutluyor. Filmin epik uzunluğundaki seyir süresi (150 dakika), diğer filmlerin itinayla uzak durduğu, “Kimdir bu Bond?”, “Sadakati kimedir ve bunun sınırları nedir?” sorularına yanıt araması, Bond’un biseksüelliğini ima etmesi ve bir sonraki film için zeminini hazırladığı karakterle serinin gelmiş geçmiş en iyi halkalarından biri...
“Skyfall” Eminönü’nde Bond’un MI6’in bir ajanını yaralı bulmasıyla açılıyor. Kötü adamın elindeki diski almak için M’in talimatıyla yaralı ajana hayatını kurtaracak müdahaleyi etmemesini emredilen Bond, genç ajan Eve’le Kapalıçarşı’da kovalamacaya başlıyor. Derken zorlu geçen bir tren takibinin ardından Bond, kötü adamla trenin üzerinde dövüşürken, Eve uzaktan ateş edebileceğini söylüyor ve M’i uyarıyor: “Ama Bond’u da vurabilirim!” M’den şoke edici bir yanıt geliyor: “Ateş et!” Vurulan Bond, sulara gömülüyor ve Bond şarkısı “Skyfall”u Adele’den duyuyoruz. Türkiye’nin sahil beldelerinde ‘shot’ yaparak, M’in onu ölü sanmasına izin veren Bond, MI6’in Londra merkezinin bombalandığını duyunca, M’in hizmetine dönüyor. Ama içki ve ilaç bağımlılığıyla hiç de 007’den beklenen fiziksel durumda değil. Üstelik psikolojik açıdan da dengesiz. MI6’i bombalayanın eski bir ajan olan M’in kendisiyle ilgili kararlarının ardından yalnız çalışmaya karar veren, intikam peşindeki Silva olduğu ortaya çıkıyor. M, kararlarının bedelini öderken,
Bond ve Silva karşı karşıya geliyor.
Kusurlu bir kahraman
Bu arada İngiliz hükümeti Silva’nın kimliğini açıkladığı MI6 ajanları yüzünden M’i hesap vermeye zorlarken, MI6’i incelemesi için gönderilen Gareth Mallory’nin sanıldığı gibi sıradan bir bürokrat değil, bir kavga adamı olduğu ortaya çıkıyor. Bond, Silva’yı alt etmek için uğraşırken geçmişinden bir mekanın hesaplaşma için uygun olacağına karar veriyor.
M’le yaşanan çatışma üzerinden devletin kararları, güvenliğin sorgulanması ve fiziksel olarak yeterli olmayan, düpedüz hedefi tutturamayan bir Bond izlediğimiz film, “Casino Royale”le dolayısıyla Daniel Craig’le başlayan karanlık Bond’ları bir adım ileri taşıyor. O filmde kırılgan yönlerine şahit olduğumuz Bond, “Skyfall”da basbayağı kusurlu bir kahraman. Üstelik kendisine ve M’e güveni de sarsılmış durumda... Filmin finalinde geçmişinden bir yere gitmek istemesini de bir güven ve kimlik arama sürecinin bir sonucu. Bir tür ana rahmine, manevi annesiyle (M’le) dönme isteği olarak görülebilir.
Ortada deşilen bu kadar mevzu varken, “American Beauty / Amerikan Güzeli”nin de aralarında olduğu dramların yönetmeni Sam Mendes’in yönetmen koltuğunda oturuyor olması isabetli bir tercih. Mendes filmin başında ve sonundaki iki muhteşem aksiyon sahnesinin başta olmak üzere aksiyon alanında kesinlikle teklemiyor ama asıl avantajı filmin dram yönünün hakkını verebilecek bir isim olması elbette. Bu arada tabii ki bunca olay arasında Roger Moore Bond’larının lokomotifi olan mizah, “Skyfall”da birkaç İngiliz tarzı espri dışında kendisine yer bulmuyor. Nitekim Bond’da Craig döneminde, M’in acımasızca Bond’a laf sokmaları dışında pek bir mizah görmüyorduk. “Skyfall” da beklendiği gibi kendisini bir hayli ciddiye alan bir film.
Craig’in iki film daha Bond olması kesin
“Skyfall” serinin kalıplarını zorlayarak, Bond geleneğini fazla zedelemeden, ufak dokunuşlarla Bond’u eleştiren izleyicilerin yüzünü güldürebilecek yönlere gidiyor. Mesela Bond gibi sonuna kadar ‘İngiliz’ bir seriden saf kan İngiliz bir kötü adam bekleyecek değiliz elbette ama en azından MI6’in ürettiği bir düşman izlemek bile büyük bir aşama. Baş kötü Silva’nın Bond’u yakalayıp sorguladığı sahnede iki adamın açıkça flört etmesi ise bir güç savaşı olarak yorumlanabilir ama Bond’un biseksüelliğinin ima edilmesi, Bond kızlarıyla ünlü serinin kalıplarını aşmasını sağlıyor ve “Skyfall”un en büyük artılarından birine dönüşüyor.
Baş kötü demişken, Javier Bardem’in abartılı bir performansla canlandırdığı Silva, tek başına etkileyici bir karakter.. Ama Bardem’in rol çalma teşebbüslerinden oluşan ‘büyük’ performansı filmin dokusuyla pek de uyumlu değil.
Şu günlerde iki film daha Bond’u canlandırması kesinleşen Craig’in ardından 007’yi siyahi bir aktörün canlandıracağı söylentileri gündemde. “Skyfall”un seriye kattığı yeniliklerin ardından böyle bir gelişmenin yolunun açılmış gibi gözüküyor.
Yazılan karakter gerçek olursa...
Filmin senaristi efsane yönetmen Elia Kazan’ın torunu oyuncu Zoe Kazan...
Little Miss Sunshine” ile gözde bir bağımsız filme imza atan yönetmenler Jonathan Dayton ile Valerie Faris’in yeni filmleri “Hayalimdeki Aşk / Ruby Sparks”ın senaristi efsane yönetmen Elia Kazan’ın torunu oyuncu Zoe Kazan... Romantik komedi türündeki filmin başrollerinde de Kazan ve genç neslin dikkat çeken aktörlerinden Paul Dano var.
Dano’nun canlandırdığı Calvin, 19 yaşında yazdığı romanla ‘genç deha’ olarak nitelendirilmiş ve 10 yıldır kayda değer bir şey yazamamış yalnız bir adam. Tek arkadaşı abisi ve uzun süredir hayatında bir kadın yok. Bir gece rüyasında güzel bir kız gören Calvin, terapistinin tavsiyesi üzerine Ruby Sparks adını verdiği bu kızla ilgili yazmaya başlıyor. Bir noktada Ruby (Kazan) gerçek olup, Calvin’in evinde ortaya çıkıyor. Calvin buna başta inanamıyor ama ideal sevgilisini abisi de dahil diğer insanlar da görünce bu mucizeyi kabulleniyor. Ta ki, Ruby’nin davranışlarına daktilosunun başına geçerek müdahale etmeye başlayana kadar...
Yılın bağımsız filmi olmayı hedefleyen “Ruby Sparks” bunu başarmaktan uzak
“Ruby Sparks”, 2006 yapımı, bir adamın yazarın üretimi olduğunu anlayıp, yazarla yüzleşmesini konu alan “Stranger Than Fiction”; Hollywood’un yıldız senaristlerinden Charlie Kaufman’ın (“Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, “Adaptation”)
işleri ve “Aşkın 500 Günü / (500) Days of Summer”dan izler taşıyor. Ancak ne “Stranger Than Fiction”da yaratılan karakterin varoluşsal sorunlarının yarattığı komediyi, ne Kaufman’ın karanlıklaşmadaki cesaretini ne de “Aşkın 500 Günü”nün sıcaklığını taşıyor. Narsist, bencil, antipatik ve donuk Calvin ve yapmacık gözüken bir sempatiklikle, sinir bozuculuk arasında gidip gelen Sparks’ın ilişkisinden anlamamız gereken modern erkek tavırlarının eleştirilmesiyse Calvin için yeterince sıradan adam portresi çizilmiyor. “Eternal Sunshine...” benzeri finali ise etkili olamıyor. Özetle, her halinden yılın bağımsız filmi olmayı hedeflediği belli olan “Ruby Sparks”, bunu başarmaktan uzak.
Özcan Deniz’den Güney Kore filmi uyarlaması
Özcan Deniz’in geçen sezon yönettiği “Ya Sonra”nın ardından ikinci yönetmenlik denemesi “Evim Sensin”de Fahriye Evcen’le başrolü paylaşıyor.
Leyla (Evcen), bir yıl birlikte olduğu adamın evli olduğunu öğrendikten sonra ondan ayrılır ve boynu bükük şekilde baba evine döner. İnşaatçı olan babasının yanında marangozluk yapan İskender, yakınına kimseyi yaklaştırmayan sessiz bir adamdır. Çocuk ruhlu bir tip olan Leyla ve İskender birbirlerine âşık olup evlenirler. Ancak Leyla’nın unutkanlıklarının nedeninin amansız bir hastalık olduğu ortaya çıkar ve çiftin mutluluğu bozulur.
2004 yapımı “A Moment to Remember” adlı Güney Kore filminin yeniden çevrimi olan yapım, Evcen’in abartılı oyunculuğuyla bezenmiş antipatik karakter Leyla ve dram dozunu ayarlayamamasıyla vasatın altında bir film.