Cumhur-başkanı Erdoğan, iki gün önce yaptığı bir konuşmada terörün ülkemizin en önemli sorunlarından biri olduğunu ifade etti. Bu görüşe katılmamak elde değil. Çünkü Türkiye, diğer ülkelerden çok daha karmaşık ve ağır terör/terörler sorunuyla karşı karşıya bulunuyor. Bir yandan terör örgütlerinin hedefinde, öte yandan da terör örgütleri arasındaki çatışmalardan muzdarip. Eğer Türkiye, terörle uygun hızda ve etkili bir mücadele yürütmezse ağır ekonomik, sosyal ve siyasal bedeller ödeyecektir. İktidarda hangi parti olursa olsun bu sonuç değişmeyecektir.
Yukarıdaki ifadeler kötümser bir tahmin olarak görülebilir. Ancak şu bir gerçek ki küresel ve bölgesel gelişmeler, teröre bigâne devletlerin değil terör örgütlerinin lehine. Örneğin, sınır komşularımızın istikrara kavuşması, terör örgütlerinin faaliyetlerine izin vermeyecek devlet kapasitesi kazanması daha uzun yıllar alacak. Öte yandan, çeşitli nedenlerden dolayı uluslararası işbirliği yeterli düzeyde değil ve görünür gelecekte de olmayacak. Bu durumda terörle mücadelede de önceliği kendi kaynak, akıl, güç ve yeteneklerinize vermeniz gerekir.
Şimdilik Türkiye’de dört farklı terör örgütü/grubu faaliyet gösteriyor. Bunların politik hedefleri, ideolojileri, karakterleri, organizasyon ölçekleri, stratejileri ve uluslararası boyutları birbirinden farklı. O halde aynı strateji, organizasyon ve araçlarla benzer sonuçlar alamazsınız.
PKK, bağımsız bir Kürt devleti kurma peşinde ve etnik bir terör örgütü. DEAŞ, “Rafızileri, dinsizleri” cezalandırmanın yaratacağı kaos ortamında taban tutmayı umut eden dini/mezhebi referanslı bir terör örgütü. DHKP-C’nin ve PKK’nın şemsiyesi altında toplanan diğer örgütlerin de farklı amaçları var.
Böylesine geniş bir yelpazede faaliyet gösteren, farklı karakterde, uzun ömürlü terör örgütlerinden muzdarip iseniz, kaynaklarınız da sınırlı ise, mücadeleyi devlet kurumlarının gündelik, sıradan faaliyetleri arasında görmemeniz gerekir.
Terörle mücadele, onlarca farklı devlet kurumunun aynı amaç için uyum içinde çalışmasını gerektirir. Kurumsal kültür farklılıkları, yasal sorumluluklar, ön yargılar, öncelikler mücadelenin önündeki en büyük engeldir.
Bu engel ancak siyasi karar alıcının “Terörle Mücadele doktrini” ve “stratejisini” belirlemesi, gelişmeleri günlük izlemesiyle aşılır. Strateji, elbette tek başına mucizevi başarının garantisi değildir. Doğrudan terörle mücadeleden sorumlu “birinin, bir kurumun” olması gerekir.
Bu gün Türk devlet sisteminde, terör ve terörizmle alakalı çok sayıda kurum ve makam olduğunu biliyoruz. Bölük pörçük dağıtılmış yetki ve sorumluluklar kargaşa yaratmaktan, maliyeti artırmaktan, disiplini bozmak ve güveni sarsmaktan başka bir işe yaramıyor. Dahası, terör sorununu günlük işlerden biri haline dönüştürüyor.