Gündemimizde korona salgını var. Çoğunlukla da kendi sorunlarımızı konuşuyoruz. Haklı olarak önceliğimiz Türkiye. Çünkü hayatımızı daha ne kadar etkileyecek bilemiyoruz. Anlaşılan, bir süre daha konuşmaya devam edeceğiz. Ancak koronanın yayılma hızı, küreselleşmenin ölçeği, bölgesel sorunlar ve jeopolitik dikkatlerimizin sadece içeri yönelmesiyle geleceği tasavvur edemeyeceğimizi söylüyor. Çünkü günümüzde sınırlar anlamını yitirirken iç ve dış ayrımı da muğlaklaşmış durumda. Bu noktada Türkiye, kendisinden neşet etmeyen etkenlerden dolayı bir dizi zorlukla karşı karşıya. Dahası, her geçen gün “kara bir deliğe” dönüşen doğu ve güney komşularımızın durumu endişelerimizi artırmalı. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi.
Neredeyse 40 yıldır savaş, iç savaş ve işgalin pençesinde kıvranan Irak, korona salgınına bağlı gündemini henüz değiştirmiş görünmüyor. Normal koşullarda bugün korona salgınıyla mücadele ediyor olması gerekirdi. Ancak, çökmüş durumda olan ülkede konu ciddiye alınmıyor/alınamıyor. Böyle olunca da ülkeyi daha da büyük krizlere sürükleyecek bir kuvvet çarpanına dönüşüyor. Korona, ülkeye hâkim kriz sarmalını hızlandıran, ömrünü uzatan, çeşitlendiren ve birbirinden beslenen faktörlerden biri haline geliyor. Ancak yayılma hızına ve ağır sonuçlarına bakınca, zaman içinde başat sorun haline gelmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu, sadece Irak’ı değil, biz komşularını da yakından ilgilendiriyor.
İki yıl önce yapılan seçimlerin ardından, aşılamayan siyasi krizler ve nihayet Irak’ta yeni hükümeti kurma çalışmaları devam ediyor. Ne zaman sonuç alınacağı ise belli değil. Kaldı ki hükümet kurulsa da ülkenin tamamında koronayla etkin mücadele politikaları uygulayabileceği şüpheli. Ülkede hükümet içinde hükümet gibi davranan gruplar, etnik, dini, mezhepsel, aşiretler arası rekabet ve çatışmalar sadece koronayla mücadelede değil, her alanda iş yapmanın önünde büyük engel.
Salgını kontrol altına alacak sınır denetimleri ise neredeyse yok. Sorun bunlarla sınırlı değil. Irak, ABD ile İran arasında devam eden mücadelenin harekât alanı haline gelmiş durumda. Kasım Süleymani hadisesiyle ivme kazanan açık, örtülü çatışmalar yeni bir safhaya ulaşmış görünüyor. ABD üslerine yapılan füze saldırıları, bunlara verilen cevaplar günlük hayatın olağan parçaları. Sonuçta İran ile artan gerilim, korona korkusu ABD’nin üç askeri üssünü boşaltmasıyla devam ediyor.
Öte yandan, DAEŞ ile mücadele sırasında harabeye dönen Musul ve diğer şehirler kaderine terk edilmiş durumda. Yerinden yurdundan olan milyonlarca insan kötü koşullarda hayatlarını sürdürmekteler. Ne elektrik ne temiz su ne de kanalizasyon sistemi var. Rus-Suudi rekabeti sonucu düşen petrol fiyatları ise yatırımları imkânsız hale getirirken, geleceğe dair umutları da kırıyor. En başta sağlık olmak üzere tüm hizmetler perişan durumda. Bu kısa liste bile korona salgınının katlanarak yayılacağı korkusunu besliyor.
Tarihsel tecrübeler böylesine büyük sosyal, ekonomik, siyasal altüst oluşların “şiddet ve terörü” daha fazla gündeme getirdiğine ve “kara deliklere” dönüştüğüne dikkat çekiyor. Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkeler bu kategorideler. Yapmamız gereken ise bu kara deliklerin çekiminden uzak durmak olmalı.