Görünen o ki savaşın eşiğindeyiz. Bu kanaatin oluşmasına yol açan çok sayıda emare var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemleri ve diğer harekâtlar öncesi ortaya koyduğu tarz bu fikri destekliyor. Yine askeri yığınak, Ruslar ile diplomatik görüşmelerin umut verici olmaması, Esad’ın geri adım atmamakta kararlı görünmesi, Libya cephesinde işlerin karışması, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin “heyecan” verici destekleri önemli alametlerden sayılabilir. Listenin tümü birlikte ele alınınca, İdlib’de bir askeri harekâtın eli kulağında olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak gözden uzak tutulmaması gereken husus, İdlib sorunun dolaylı ve doğrudan taraflarının çokluğu ile günümüz dünyasında bu tip bir harekâtın değişken karakteridir. Başka bir ifadeyle, harekâtın etki ve ölçeğini coğrafi sınırlar içinde tutabileceğini düşünmek, hayatın diğer alanlarına etki etmeyeceği beklentisine sahip olmak yanıltıcı olabilir. Eğer Putin gerilimi soğutmak ve krizi ötelemek için devreye girmez, diplomasi işe yaramaz ise savaş kaçınılmaz olur ve farklı alanlarda etkisini gösterebilir.
Harekât alanının sınırları askeri harita üzerinde kolaylıkla gösterilse de mücadele hızla farklı sektörlere kayacaktır. Örneğin, mültecilerin kitlesel olarak Türkiye’ye sürülmesinden siber saldırılara, medya ve sosyal medyaya da propaganda savaşından vekâleten iş gören örgütler eliyle terör saldırılarına kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Dahası, finanstan ekonomiye, turizme kadar geniş bir alana yayılma ihtimali de var. Dolayısıyla, tarafların bolluğu ve savaşın karakteri harekâtın düşündüğümüzden daha geniş bir yelpazede cereyan etmesine yol açabilir.
Her ne kadar bu gün “görünen/arzu edilen hedef” Esad ve askerlerinin ellerinde tuttukları sınırlı bir bölge olsa da, geri planda Rusya ve İran’ın bulunacağı, Suudi Arabistan, BAE ve Yunanistan’ın da ellerini ovuşturacağı bir gerçek. Dahası, listenin başındaki iki aktörün askerlerini, hava gücünü militanlarını sahaya ne kadar sürecekleri de şimdilik belirsiz.
Harekâtın hibrit karakteri sadece İdlib’deki askeri gelişmelere odaklı olmanın yeterli olmayacağını diğer cephelerde de faal olmak gerektirdiğini göstermektedir. Nihayetinde taraflar İdlib’e sadece “askeri bir hedef olarak İdlib” çerçevesinde görmemektedirler. Rusya, Ankara’nın İdlib hamlesine daha geniş bir anlam yüklemekte, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine yeni bir “format atmakta” olduğu fikrinden hareketle tutumunu şekillendirmektedir.
İdlib’le başlayan yeni gerilimli sürecin en ilginç hassas ve can sıkıcı bölümlerinden birsi PKK’nın konumudur. Nitekim PKK tarihi, kriz dönemlerinde, ihale verenin kimliğinde bağımsız, hatırı sayılır ölçekte ihale almasıyla doludur. Karışık ilişkileri, düşük eylem maliyeti ve yüksek hasar verme etkisiyle PKK, Türkiye ile yaşanan gerilimlerde akla gelen ilk alt yüklenicilerinden biridir. Dahası, gerek Rusya gerekse İran’ın örgüt tarihinde benzer konularda müstesna ve uyumlu yerleri olduğu unutulmamalıdır.
Rus uçağının düşürülmesini takip eden günlerde PKK’nın birdenbire alçak irtifa hava savunma füzesi (MANPAD) ve tanksavar füzesi sahibi olması hiç şaşırtıcı değildi. Bir yandan helikopter ve F-16’ları hedef aldığını, öte yandan yine sipariş üzerine, Merasim Sokak’ta askerleri, Dolmabahçe’de polisleri hedefe koyduğunu unutmamak gerekir. Bu defa PKK konusunu daha da karmaşık hale getiren ise ABD’nin de bu kartı “dönemsel çıkarlara” göre oynayabilecek olmasıdır.
İdlib’de gerilim artarken Putin sessizliğini koruyor ve renk vermemeyi sürdürüyor. Buna karşılık, ABD ve İngiltere oldukça aktifler. Her ne olursa olsun İdlib’in konumu, Türkiye’yi ilginç bir rotaya doğru sürükleyecek gibi görünüyor.