Dün hayatımda ilk kez bir mülteciyle tanıştım. Her gün üstü başı bakımsız, dilleri başka onlarcası yanımdan akıp giderken, dün durdum ve birinin gözlerine baktım. Ne kadar da aynıydık. Bütün akşam beynimi karıncalandıran bir hal aldı yüzü.
Yazdan kalma havada şehrin en büyük çocuk parkında Ayşeme yarenlik ve gözetmenlik yapmak için gittim. Kocaman parkta onun neşesi ile sonbaharın torpilli havası birleşince yaşamak bütün sevinciyle içimde şarkılı bir hal almıştı. Büyük gondol salıncağa binmek isteyen Ayşeyi orada sallanmakta olan bir çocuk ve yaşını almış bir kadından izin alarak yanlarına oturttum. Kadın kırık aksağanıyla sizde oturun dedi. Yok dedim o zaman sizi kim sallayacak. Sonra yanlarında dikilen diğer kadın " ben sallarım" dedi gene farklı bir aksağanla. Bende yanaştım salıncağın bir köşesine. Muhabbete önce Ayşe girdi. Kadının tükçesi dikkatini çekmişti. Sen neden değişik konuşuyorsun sorusunun muhatabı olan kadının soruyu anlaması biraz uzun sürdü. İlk cevap kısa bir gülümseme oldu. Ardından ben buralı değilim diye devam etti. Hikayelere merakım o kadar çok ki kendimi tutamadan lafa girdim.
Mültecimisiniz? Evet dedi.
İrandan geldiğini söyledi düzgün türkçesi bana iran azerisi olduğunu düşündürttü. Sordum hayır dedi ben Farsi...
İlk dikkatimi çeken kalıcı makyajı oldu. Çizilmiş kaşları, dudakları... Eski bakımlı halinin hatırası gibi duruyordu yüzünde. Üzerindeki kıyafetler ucuz belki ikinci el ama temiz paktı. Zayıf, ellili yaşlarda yüzündeki gülümsemesi bir mülteci korkusu taşımayan kadın İranda ingilizce öğretmeniymiş Hindistandan Arabistana bir sürü ülkede yaşamış. Hikayesini mümkün olduğunca uzatmaya çalıştım. O da sanırım anlatmaya hevesliydi. İranda kalan çocuklarıyla telefonda bile görüşemiyormuş. Yanındaki diğer kadın ise Özbek bir mülteciydi hayatlarında ayak basmadıkları bir ülkede ömürlerince görmedikleri insanlarla kan bağından sağlam bir kader bağı kurulmuştu belli ki. İnsan yitirdiklerinin yerine birilerini koymayı denemesse çıldırabilir. Yanlarındaki Mercane denen küçük özbek daha şimdiden 3 dil konuşabiliyordu. Bebek arabasındaki ufaklık ise 2 dili anlayabiliyordu. Yani her yerden bir parça eklemişlerdi daha şimdiden bünyelerine ama hiç bir yere ait değillerdi.
Aklıma Letonyada hastalandığımda hissettiğim çaresizlğim geldi . Oysa eşim yanımdaydı. Başka bir ülkede gene de çaresiz hissediyordunuz işte. Yanlızlıkların en koyusu en korkulusu. Bu insanlar burda her gün aynı korkuların yanlızlıkların ve bilinmezliklerin muhatabıydılar. Bir günü 10 gün gibi yaşıyorsunuz burda dedi. İzafiyet teorisinin pratik hayattaki acımasız tarifiydi bu...
Ayşem meraklı sorularla sık sık sohbeti böldü. Eve gidince ona anlatmaya çalışacağıma söz verince meraklı sorularını eve kadar erteledi.
Parkdan kalkınca yolun ortak kısmında da konuşarak yürüdük. Henüz bir yıldır burda olmasına rağmen türkçeyi bu kadar iyi konuşabilmesi beni şaşırttı. Bir de siyasetin, gücü korumanın vahşi dişlileri arasından dünyada kaç hayat böyle ezilip gidiyor kaç milyon insan yersiz yurtsuz ve geleceksiz dolanıyordu oradan oraya. Hüzünlenmekle beraber kadının macerasına bir bakımada gıpta etmiştim doğrusu. İstemediği hayatı reddedtmiş vebali ne olursa olsun yüklenmeye karar vermiş ve kendi tarihini koşullarından bağımsız şekillendirmişti.
O da bana Türkiyenin siyasi durumuna bakışımla ilgili bi kaç şey sordu. Ben ona biraz İranı sordum. Ki İran belki filmlerinden belki derin kültüründen dolayı hep sempatiyle baktığım bir ülkedir.
Bilmedğim bir dünyanın kapılarını açıldı dün bana. Artık gördüğüm mültecilerin yüzünde başka anlamlar bulacağımı biliyorum.
Aklıma geldikçe hepsi için dua edeceğim. Ve şükredeğim aidiyetim için.
Ayşe' nin mülteci kadına sürekli tekrarladığı söz.
"Üzülme, o zaman sen burda kal, çünkü Türkiye en güzel ülke :)) "
Nigar ÖZALP
Çocuklu maceralarımızın diğer bölümleri için...
https://www.facebook.com/ANNEEBAK/