Ela ve Yasemin’in bu gün 3. yaş günlerini kutluyoruz. Gerçi tam tarih ayın 7’si ama o gün kimseyi bulamayacağımız için birkaç gün erken davranalım, dedik. Ne çabuk geçiyor zaman... Bundan 3 yıl önce minicik başlarını avcumun içine alıp, onların kapalı gözlerine dalarak hayaller kuruyordum. Uyanık oldukları dar vakitlerde gülümsemeleri için birkaç mimik yeterli oluyordu. Geri kalan zamanda, büyüdüklerinde nasıl olacaklarını ve o minicik kafaların nasıl ayrı hayatlara evrileceklerini canlandırıyordum zihnimde.
Sonra hakikaten büyümeye başladılar... Ve büyüdükçe içime giderek daha çok kök saldılar. Öyle tuhaf ki... Göğsünün cız etmesinin, kalbinin başka biri için atmasının ne demek olduğunu anlıyorsun. Hiç durmadan başkasını düşünmek yaşamının ta kendisi oluyor. Endişe etmeyi öğreniyorsun. Her daim endişe etmeyi...
THY ve kriz yönetimi
Ve işte bu endişe omuzlarımda üs kurmuşken, olay yerinden 2 gün önce geçip bu diyardan çok çok uzaklarda, THY’nin yeni destinasyonu Vietnam’ın başkenti Hanoi’de iken, İstanbul’daki saldırının haberini aldım. O saldırı 2 gün önce de olabilirdi ya da kızlarla beraber önümüzdeki hafta çıkacağımız seyahat günü de... Ya da annenim arkadaşlarıyla yapacağı yolculuğa da denk gelebilirdi...
Kendimi, ‘hangi senaryo daha korkunç’u sorarken ve her defasında Ela ve Yasemin açısından yanıtlamaya çalışırken buluyorum son birkaç gündür. Sanırım durumum pek iç açıcı değil... Ancak insan kendi üzerinden düşünerek bütüne giderse olayların vahametini daha iyi kavrıyor. Biz, bu toprakların insanları, bu konuda epey antrenmanlıyız maalesef. Krizlerden sonra kısa sürede toparlanmamız da herhalde bu yüzden...
Saldırı haberini aldığım Vietnam’ın başkenti Hanoi’de olayları bambaşka bir noktadan izledim. THY’nin kargo binasında anında oluşturduğu kriz masası, Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı’nın soğukkanlılıkla bu masadan adım adım operasyonu yönetmesi, basın müşaviri Yahya Üstün’ün yanı başımızda sabaha kadar telefonla yürüttüğü temaslar... Bu kadar kısa sürede yolcuların tahliye edilmesi ve seferlerin normale dönmesi dünyaya örnek bir başarıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı tutumuyla İstanbul Atatürk Havalimanı kısa sürede hayatın normal akışına kavuştu. Brüksel’de günlerce süren felç hali burada birkaç saatte aşıldı.
Ancak Türkiye ne kadar dirayetli olursa olsun, terör bütün korkunçluğuyla karşımızda duruyor. Evet, ayağa kalkmayı başarıyoruz ama dünyanın karşı karşıya olduğu kriz de giderek derinleşiyor. Esasen yeni bir evredeyiz. Eski yöntemlerle azalan değil artan bir terör dalgasının giderek güçlendiği yeni bir evre...
Terörün panzehiri güvenlik mi?
Terörü önlemede dünya neden bu kadar çaresiz? Niçin giderek artan önlemler, teröre karşı ayrılan paranın büyümesi, güvenlik güçlerinin silahları saldırıları önleyemiyor?
Ben bu sorulara yaklaşımda temel olarak hata yapıldığını düşünüyorum. Teröre karşı ezbere, otomatik bir yaklaşım hakim: Var olanı önlemek. Ve bunun yolu da güvenliği artırmaktan geçiyor. Halbuki bu yaklaşım canlı bombaların devreye girmesiyle çöktü. Zira ölümü göze alma söz konusu olunca düzenek kurulduktan sonra can kaybını önlemeniz çok zorlaşıyor.
İstanbul’daki saldırıdan sonra şu soru sorulmaya başlandı: Havaalanlarında güvenliğin artırılması terörü önlemede ne kadar etkili? New York Times’ta cuma günü Larry Buchanan, Jennifer Daniel ve Adam Pearce imzalı, havaalanlarının güvenliği üzerine ilginç bir analiz-haber yayımlandı. Haberde, İstanbul havaalanındaki güvenlik ile Amerikan havaalanlarındaki güvenlik kıyaslanıyor. İstanbul’da girişte de güvenlik var, ABD’deki alanlarda genellikle yok, check-in’den sonra geçiyorsunuz. Ancak nerede olursa olsun bu tip saldırıları önlemede bu önlemler yetersiz kaldığı gibi, bunun da ötesinde, şu soruyu da beraberinde getiriyor: Acaba kontrol noktalarının yarattığı sonuçlar tam tersine yani can kaybının artmasına neden olur mu?
Örneğin, ABD’de kontrol noktalarındaki aramaları artırmışlar, böylece büyük kuyruklar oluşmuş, bekleme süresi artmış. Bu da uçağını kaçıran yolcu sayısını artırmış. Acaba güvenlik kaynaklı beklemeler terör riskini artırıyor mu? RAND Corporation’ın yaptığı bir araştırmaya göre Los Angeles havalimanında kontrol noktasındaki bekleme süresini 15 dakikadan 1 dakikaya indirdiğinizde bir bombalı saldırıdaki ölü sayısı yarıya iniyor. Bu da birkaç noktada durdurup arama yerine alana dağılan bir güvenlik yöntemine işaret ediyor. Yani eleman sayısını artırıp izlemeyi yoğunlaştırmak. Ancak bu da masrafın artması demek. O zaman bir noktadan sonra uçmak daha pahalı hale gelecektir. Bu da seyahat özgürlüğünün bir anlamda kısıtlanması demek. Yani terörün kazanması...
Güçlünün kayrıldığı, Batı’nın Doğu’yu küçümsediği, İslamofobik, çifte standartlı politikalar, adaletsizlik ve ayrımcılığın uzun vadeli sonuçları insanlığın önüne bu şekilde çıktı. Bence IŞİD terörüyle birlikte ‘insan’ tehdit altında. Sırf ‘insan’ olmak yeterli. Herkes için risk aynı. Çünkü hedef olmanız için tek kriter ‘bir yerde bulunmak’. Kim olduğunuzun hiç önemi yok. Buna terör değil, başka bir şey demek lazım. Sonuç değil, sebeplerin üzerinden çözüm üretmedikçe hiçbirimiz için hiçbir yer güvenli olmayacak...