Aylardır referandumla yatıp referandumla kalktık, siyaset sabah gözümüzü açtığımızdan, gece gözümüzü kapayıncaya kadar hayatımızın merkezinde oldu. En azından benim için öyleydi. 16 Nisan geride kalmasına rağmen tartışmalar sürüyor ama ben en azından bu gün ilgimi çeken başka yerlere kalemimi çevirmek, biraz nefes almak istiyorum...
Vegan beslenmek yaşlanmayı yavaşlatır mı?
Pazar akşamı NTV’de çok güzel bir belgesel vardı. ‘Nasıl genç kalırız?’ adlı bu belgeselde Los Angeles’ın 100 km doğusunda yer alan Loma Linda’daki yaşam süresinin ABD’nin geri kalan yerlerinden daha uzun olmasının sebeplerini araştırıyorlardı. Ortalama bir Loma Lindalı geri kalan ABD’lilerden 10 yıl daha uzun yaşıyor. Üstelik homojen bir topluluktan da bahsetmiyoruz, yaklaşık 24 bin şehir sakini birçok farklı etnik kökene sahip. Bunun başlıca sebebi 7. Gün Kilisesi’ne bağlı bir topluluk olan şehir sakinlerinin yaşam tercihleri olarak belirlenmiş. Bu kilisenin yemek, egzersiz ve dinlenmeyle ilgili çok katı kuralları var. Alkol ve tütün yasak, hayvansal gıdayı çok kısıtlı tüketiyorlar, şehirde her sabah topluca egzersiz yapılıyor.
Tabii herkes körü körüne bu kurallara bağlı yaşamıyor ama ortalama tütün ve alkol tüketimi oldukça düşük, vegan beslenme teşvik ediliyor. Belgeselde 100 yaşındaki bir cerrahla röportaj yapmışlar, ‘5 yıl önce emekli oldum, bu gün hâlâ istesem günde birkaç ameliyat yapabilirim, ancak artık kendime vakit ayırıyorum’ dedi. 50 yaşında vegan olmuş, son 50 senedir hayvansal hiçbir gıda tüketmemiş. Tabii bu şehirdeki ortam insanı sağlıklı tercihler yapmaya teşvik ediyor, fast food cehennemi ABD’nin geri kalanının aksine burada vegan marketler, sağlıklı lokantalar ve spora teşvik eden bir ortam var.
O belgeselden yaşam süresinin yüzde 30 genetik, yüzde 70 yaşam tercihlerine göre belirlendiğini öğrendim. Düzenli bir Osman Müftüoğlu okuru olarak yaşam tercihinin ne kadar önemli olduğunu artık hatmettik zaten, öte yandan oranın bu kadar kendi inisiyatifimiz lehine olduğunu bilmiyordum.
Çok tuhaf, modern hayat bize ‘kontrol manyağı’ olduğumuz yanılgısını veriyor. Halbuki esas kontrol etmemiz gereken faktörleri atlıyor, kontrol edemeyeceklerimizi kontrol ettiğimizi zannediyoruz. Reçeteyi bildiğimiz halde ilaçları almıyor ve çoğunlukla sağlıklı bir hayat seçeneğini heba ediyoruz...
Laron sendromu ve kanser umudu
Dünyada birçok dert var ama bence çağımızın tartışmasız en büyük belası kanser. Modern tıp yaşam sürelerini uzattı, öte yandan modernitenin bir sonucu da kanserin sıklaşması oldu. Geçenlerde okuduğum bir makale çok ilginç bir deneyden bahsediyordu. Laron sendromu diye bir sendrom var, bu sendromla dünyaya gelen toplam yaklaşık 300 kişi olduğu biliniyor, bunların 100 kadarı And Dağları’nın eteklerinde, Ekvador’da yaşıyor. Bu bir tür cücelik. Bilim adamları kandaki bir büyüme hormonunun Laron sendromlularda olmadığını fark etmişler. En fazla 1 m 22 cm’e kadar büyüyebiliyorlar, öte yandan kanser ve şeker diyabete yakalanma oranları yok denecek kadar azmış. Buna sebep olarak kanlarında olmayan büyüme hormonunu saptamışlar. Şimdi kansere çare olacak ve bu hormonu tetikleyecek bir ilaç üzerinde çalışılıyormuş.
Bu gün ilaç endüstrisinin artıları kadar eksilerini de biliyoruz, dev bir çarka dönmüş bir endüstri bu. Ve kemoterapi ilaçları bu endüstride önemli bir yer tutuyor. Şayet o endüstriyi altüst etmek pahasına bu ilaç yaygınlaşabilirse insanlık en büyük tehditlerden birini bertaraf etmiş olacak.